Her nasılsa 5-10 sene öncesine kadar kamuoyu olarak pek kaale almadığımız ama artık gayet doğal kabul ettiğimiz bir olay; kış kapıya dayandığında o senenin moda virüsü neyse arz-ı endam ediverir. Onun için fırtınalar koparılır, geniş halk kitleleri galeyana getirilir, medya organları teyakkuz halinde her gün virüs haberlerini sürmanşetten yayınlar. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ ya da WHO) denen organizasyon insanlığın sağlığıyla kafayı o denli bozmuştur ki, en basitinden; bir virüs yüzünden, bir yılda ve dünya genelinde 5-10 bin insanın ölmesini kıyamet alameti gibi değerlendirip dünya genelinde neredeyse sıkı yönetim ilan ettirirken, sözgelimi Bush’un ABD’si tarafından işgal edilen Irak’ta 4-5 senede 1.5 milyon insanın ölmüş olmasına ses etmez.
Çok tehlikeli virüsler gerçekten de vardır ama yıllardır bizlere türlü alavere dalaverelerle ezberletilen ebola, kuş gribi, Çin gribi, SARS, deli dana, domuz gribi vb. virüsler değildir onlar. Nasıl ki birkaç bin insanlarının ölümüne sebep olan terörü ortadan kaldıracağını iddia edenler, milyonlarca kişinin ölümüne sebep oldukları halde, asıl teröristin kendileri olduğu gerçeğini sizden gizliyorlarsa; işte en büyük virüsler de deşifre olmamak için kıvrak danslarıyla dikkatlerimizi başka yerlere çekmeye çalışmaktadırlar…
Durum Raporu: 2009 yılı enfeksiyon kreasyonunun gözde virüsü olan domuz gribi ya da, daha bilimsel olduğu iddia edilen adıyla, H1N1 küresel bir proje olarak enine boyuna tasarlanıp önümüze kondu. Mevsimsel gripten ölüm oranlarının, dünyanın her yerinde, domuz gribinden ölüm oranlarından 2-3 kat fazla olmasına aldırış edilmeden insanlar paniğe sürüklenmeliydiler. Bunun içinse öncelikle sömürülecek ülke hükümetlerinin ve medya organlarının desteğine başvurulacaktı. Virüs her nedense, çoğunlukla, herhangi bir virüs için aşı geliştirecek laboratuarlardan yoksun olan az gelişmiş ülkelerin ya da Türkiye gibi tıp alanında geniş olanaklara sahip olmasına karşın Batı ülkelerinden ilaç satın almaya koşullandırılmış olan, gelişmekte olan (ama bu kafayla gelişmiş ülke olabilmesi mümkün görünmeyen) ülkelerin insanlarına dadanmıştı. H1N1 aşısı ise üç farklı Batı’lı şirket tarafından ve aynı zamanlarda üretiliverdi. Aşının dışında koruyucu önlem olarak dayatılan ama koruyuculuğu tartışmalı dezenfektan maddelerin tamamına yakını Batı’lı ülkelerden (İngiltere, İsviçre vs.) ithal ediliyor. Peki niye böyle oluyor?
Geçtiğimiz senenin (2008) Şubat ayında Endonezya’nın sağlık bakanı Siti Fadillah Supari, ABD ve Dünya sağlık örgütünün ülkesindeki kuş gribi vakalarından birinci derecede sorumlu olduğunu, hatta daha da ileri giderek bu virüs ikilisinin aslında el altından ileride kullanacakları biyolojik silahların deneylerini gerçekleştirmekte olduklarını ileri sürdü. Endonezya, 2008’de,kuş gribi yüzünden ülkede gerçekleşen 104 ölüm münasebetiyle DSÖ tarafından kuş gribinin vehametini göstermek için kullandığı örnek ülke oluvermişti. Bir ülkenin sağlık bakanı gibi çok ciddi bir kaynaktan gelen veryansın ve uyarılarsa sermaye kontrollü medya kuruluşları tarafından hasıraltı edildi. Supari’nin şu sözleri durumu oldukça iyi özetliyordu aslında: “Dünya sağlık yönetimi, sistem olarak sömürü üzerine kurulu; insani olmayan tutkularla, sermaye arttırma ve dünyaya egemen olma amaçlarına dayanıyor.”
Madalyonun bu korkutucu yüzü teoride olduğu kadar pratikte de ruh karartıcı. Sadece mevsimsel grip için bile her sene aşı olmanız tavsiye olunuyor ve işe bakın ki bu aşılar halen ve mütemadiyen Batı’dan satın alınıyor. Yalnız, sorun şu ki, mevsimsel grip halk tarafından pek dert edilmez çünkü kendine biraz bakan bir insanın bağışıklık sistemi bu tip virüslere karşı gerekli savunma kalkanını sağlamaktadır. Buna karşın mevsimsel grip virüslerinden ölümler de yok değildir ama bu ölüm vakaları çoğunlukla virüsü kapan kişilerin bağışıklık sistemlerinin güçsüz olması ya da ve başka ciddi / kronik hastalıkları taşımaları sonucunda ortaya çıkar. H1N1’de de benzer bir tablo söz konusu. Domuz gribi vakalarının çoğunda kişiler biraz istirahat, yüksek miktarda sıvı tüketimi, dengeli beslenme ve semptomları gidermeye dönük ilaç tedavileriyle maksimum 7 günde çarçabuk iyileşiyorlar ama bunun yerine “domuz gribinden öldü işte kardeşim, uzatma!” şeklinde geçiştirilen tek-tük ölümler ön plana çıkarılıyor; elbette insanlar / sivri zekâlı hükümetler paniğe sürüklenip pahalı aşıları satın alsınlar diye. Şöyle de bir gerçek var, bazı kronik hastaların bırakın domuz gribi aşısını, mevsimsel grip aşısı olmaları bile doktor tarafından yasaklanır. Bu tip bir hastaya bulaşacak herhangi bir virüs bile hastanın ölümüne yol açabilir. İşte bu yüzden hangi grip bulaşırsa bulaşsın, böyle bir hasta öldüğünde ölüm nedeni sadece kronik hastalığı olarak gösterilir. Fakat nedir? Hemen oracıktan bizim sağlık bakanı geçiyorsa, virüsün bile ne olduğuna bakmaksızın, “bu ölümün sebebi domuz gribidir” der. Bilimsel çevrelerden yapılan açıklamalara göre domuz gribi aşısı normal grip aşılarıyla aynı teknoloji kullanılarak üretiliyorken, nasıl olup da fiyatının normal grip aşısından 3-4 kat daha pahalı olduğu sorusuysa cevap beklemektedir. Görünen odur ki, tıpkı yüksek reyting alan programlar gibi, yüksek düzeyde korku salan bu aşılar da yapımcılarına iyi para kazandıracak... (Genel olarak tüm insanlığın refahı için hizmet verdiğini iddia eden DSÖ’nün “1’e mal et 6’ya sat” stratejisi izleyen bu firmalara söyleyecek bir çift lafı olması gerekmez miydi sizce de? )
DSÖ tarafından riskli bölgeler arasında gösterilmeyen, düne kadar elle tutulur ciddi bir vakaya ya da ölüme rastlanmayan güzel ülkemiz Türkiye’de kısa bir süre önce sağlık bakanlığından yapılan şu açıklamaya özellikle dikkat etmelisiniz : “Bugünden itibaren hastanelere gelen normal grip vakaları da domuz gribi vakası olarak değerlendirilecek”. Gerçekleşmek için bu açıklamayı beklemiş gibi duran ilk ölüm vakasında ölen şahıs hamileydi. Peki DSÖ tarafından en başından beri söylenen neydi? “Özellikle hamile kadınların ve küçük çocukların domuz gribi aşılarını mutlaka olmaları gerek”. Görünen o ki taşların tam olarak yerine oturması için sonraki adımda bir de küçük çocuğun domuz gribinden ölmesi gerekli. * Daha doğrusu sizin bunu böyle bilip inanmanız ve hamile eşlerinizi, ufak çocuklarınızı aşılatmanız gerekiyor. Peki ya siz? Korkmayın, eşinizin ve çocuklarınızın aşı masraflarını karşıladığınız ve ithal dezenfektanları eksik etmediğiniz sürece virüs size teğet geçecektir! (Bu minvalde Tayyip Bey’lerin neden üç çocukta ısrarcı olduklarını anlamak zor olmasa gerek.)
Şimdi yazının en can alıcı kısmına geldik. Hali hazırda yeni korku objemiz olan domuz gribi pek popülerken geçen senenin korku objeleri olan küresel ısınma ve kuraklık sorunları nereye gitti? Kıyamet senaryolarıyla insanlara korku “aşılayan” uluslar arası örgütler, ilginç projeler ve peşkeş ihaleleriyle bu “sözde” sorunları çözecekmiş gibi görünüp ceplerini doldurmaktan başka bir şey yapmayan ulusal hükümetler, insanları daha az su tüketmeye davet eden (niye bilinmez) sivil toplum kuruluşları ve onları destekleyen medya organlarının koparttığı yaygaralar işe mi yaramıştı? (Geçen sene suyu idareli kullanın diyenler şimdi milyonlarca insana günde 10 kez ellerini, oralarını-buralarını bol suyla yıkamalarını tavsiye ediyorlar!) Kuş gribine ne olmuştu sonra? Her yer kuş kaynarken sadece tavuk çiftliklerindeki tavuklar itlaf edilip tüm tavuk üretimi hükümetle iç iç içe geçmiş akraba-yandaş işletmelerin tekeline alınınca kuş gribi virüsü bunalıma girip intihar mı etmişti? Deli danalar tavuk fiyatlarındaki anormal artışlardan sonra akıllanmaya mı karar vermişti? Katil keneler de aynı sıralarda tövbe edip imana gelmiş olmalıydı herhalde, zira yazın ortalarında yerle yeksan oluverdiler. Evet, işte açıklıyorum, gerçek şu: Kuş gripli tavuklar, deli danalar, Kırım Kongo’lu keneler, Ebola, SARS, hatta kuraklık, hatta küresel ısınma ve hatta terör! Bunların hepsini Meksika’daki yaban domuzları yemiş ve hazımsızlık şikayetiyle DSÖ’nün yolunu tutmuştu. DSÖ’ndekiler de aşısını üretebilecekleri yeni bir hastalık bulmanın sevinciyle - ellerini ovuşturaraktan - olağan panik yaratma faaliyetlerine giriştiler. İşte domuz gribi aynen böyle doğuverdi! (Bu arada resmi kaynaklara göre domuz gribinin ilk ortaya çıktığı yer Meksika, yani ABD’nin arka bahçesi…)
Onca hengamenin, medyatik kaosun arasında asıl korkmamız gereken virüsleri tespit etmek zor ama gördüğünüz gibi olanaksız değil. Asıl olanaksız görünen, çoktan bünyemize bulaşmış olan bu sinsi virüslerden kurtulmak. Şimdilik aşısı maşısı da bulunmayan bu zincirleme enfeksiyonun kendiliğinden etkisiz hale gelmesini beklemekten başla yapacak bir şeyimiz yok. En virüssüz günler sizlerin olsun!
*: Yazıyı bir gün rötarla yayına alacaktım, bugünkü haberlerde Şanlıurfa’da 4 yaşında bir çocuğun domuz gribinden yaşamını yitirdiğine dair haberi gördüğüm an beynimden vurulmuşa döndüm. Bari bir gün daha bekleyeyim dedim ve n’oldu? Başbakan açıklama yaptı: “Herkes aşı olmak zorunda” derken bana mı sordular? Aşı maşı olmuyorum hülen!
Bu manzara karşısında ben de aşı olmuyorum arkadaş! Vebali Başbakan'ın olsun... Neysem ney, yazıyı burada noktalarken kamuoyunun bilmesini isterim ki gelecek sene bu zamanlar, “at gribi virüsü”nün moda olmasının akabinde, kaldığım yerden devam edeceğimdir (arada domuz gribinden filan ölmez etmezsem tabi).
FAYDALI KAYNAKLAR
- Domuz Gribi Aşısı Tartışmaları ve Türkiye (Doç.Dr.Yusuf Büyükay)
- Türkiye’nin Domuz Gribi Senaryosu Depremi Aratmıyor...
(Türkiye’de her yıl 8-10 bin kişi trafik kazalarında, 30-40 bin kişiyse kalp krizi sonucu yaşamını yitirmektedir. Sağlık Bakanlığı’nın en kötü senaryosuna göre domuz gribi aşısını olmazsak 5 bin kişi ölecekmiş. Oysa şimdiye kadar tüm dünyada domuz gribi yüzünden öldüğü ileri sürülen insan sayısı 10 bin’den birazcık fazla).
- Domuz Gribine Merkez Bankası Müdahalesi
(Altı üstü bir grip virüsü daha ne kadar sulandırılabilirdi ki? “Domuz gribinden korunmanın en iyi yolu, paranızı bize verin!”)
- Domuz Gribi Pazarlanıyor! (Koyun Can Derdinde, Kasap Mal Derdinde) – Güngör Uras
(Olay budur…)
- 8 Yıllık Temel Eğitim Virüsü – Yılmaz Özdil
(Bitirici hareket dediğin de böyle olur…)