80’li yılların ortaları “Acidci misin yoksa Metalci mi?” kavgaları had safhada, yabancı müzik daha ülkem sınırlarına yeni giriş yapmış. Her yer Modern Talking’ler, Micheal Jackson’lar, Duran Duran’larla inliyor. Bense o sırada televizyonda İlhan İrem’i görünce odaya kaçan barışçıl bir çocuğum. Onun karanlık ve gotik havası, buğulu sesi, en önemlisi o karanlık imajı beni ürkütürdü. O sırada ortanca dayım da karı kız piyasasında iş yapmak için yabancı müzik dinlemeye başlıyor ve arşiv toparlıyor. Olaya girişim malum arşivi karıştırmamla başlar... |
Tabii ki metal müzik de bu süreçte hızla yükseliyor ve dayıda bu malum trende karşı koy(a)mıyor ( Yaşı genç arkadaşlarıma hikaye gelecek ama o zaman kolej ve özel okulların bilumum öğrencileri ve fıstıkları heavy metal dinliyordu. Yer altı ve yerüstünde yayın yapan pek çok neşriyatta yer alan ve artık bir nevi şehir efsanesi haline gelen “Selin Toktay ve Aysun Kayacı Akmar Pasajı’nın müdavimiydi” geyiklerini bir kenara bırakırsak o zamanki sosyetik güzel kız ve yakışıklı erkeklerin geçen yıllar içinde rotalarını Adnan Oktar ve cemaatine çevirmeleri ile yurdum metali estetik anlamında büyük darbe yemiştir ) Dayımın arşivinden ilk arakladığım kaset Michael Jackson Thriller’dı ama esas hazine “Europe - Final Countdown” idi. Böylece olaya girdik... ( Bir de her hafta Adam Olacak çocuk programında yayınlanan “Alice Cooper - Hey Stoopid” klibini unutamam, Barış abi selam olsun sana buradan ) Ama bu yolculukta arada öyle albümler oldu ki resmen beni batağa sürükledi. Onları sizle paylaşayım istedim ey sayın okuyucu...
Wasp - Crimson Idol
Sene 1990’da ne olduysa birden bire Blackie Lawless bütün grup elemanlarını kovar, iki yıl kendini stüdyosu Port Apache’ye kapar ve tek başına bu şaheseri yapar. Bu albüm için yapılabilecek en mütevazi yorum çıkmış ve çıkabilecek en iyi ve en ruhlu heavy metal albümü olduğudur. Rock dinleyen bir gencin toplumdan ve ailesinden dışlanışı (bir yandan da sevgi açlığı ve kabullenme arzusu), yavaş yavaş zirveye yükselişi ve müzik piyasasını iç yüzünü görüşü, gitgide yalnızlaşması anlatılır bu şaheserde. Her notası, her sözcüğü Blackie Lawless tarafından bir özenle yazılmıştır, işlenmiştir. Kesinlikle birayla barlarda piç edilecek bir albüm değil. Size bu albümü kırmızı şarap ve mum ışığında dinlemenizi tavsiye ediyorum, pişman olmayacaksınız.
Dr. Skull - Rools for Fools
90lı yılların ortası adeta içinde brutal vokal olmayan müziği dinlememeye söz vermiş gibi çıkan her death albümüne saldırıyoruz. Bu grubun adını çok duyuyorum ama nedense bıyıklı grup elemanları ve pozları bana oldukça itici geliyor; birde “Rools for Fools” un evlere şenlik pembe kapağı var tabi ki... Nedensiz bir şekide bir gün ders çıkışı albümü aldım ve geçen iki seneye yandım. Hangi birini öveyim ki size rap-metal-punk karışımı “Metal on Metal” ı mı, her dinleyişte aşık eden her aşık oluşta dinlenen “Princess” ı, “Way Home” u mu? Heavy’den thrash’e, ordan punk’a, rap’e, azeri folk müziğine sıçrıyor. Ama kesinlikle hiç bu kadar tür bir arada sırıtmıyor. İnanılmaz bir müzikal zenginlik ve ruh var bu albümde, ne yazık ki tek şanssızlıkları Türk oluşlarıydı ve yok olup gittiler.Grubun dağılması bana ve o zamanı yaşayan pek çok arkadaşıma göre Dünya rock tarihi adına çok ama çok büyük kayıptır. Aynı zamanda “Hershey Yolunda” kadrosundaki yeni vokalist Serdar’ı kandırarak “Sencer” ismi ile elde patlayan bir Akdeniz pop albümüne yönlendiren Sezen Aksu’dan hala ölümüne nefret ederim.
Zirveyi paylaşan ilk iki albümü belirledikten sonra diğerlerine devam edelim isterseniz;
Megadeth - Rust In Peace
Kesinlikle tarihin en iyi thrash metal albümü. O zamana dek her maçta (albümde) orta sahada son derece iyi paslaşmalar yapan ama gölü bulamayan Mustaine ve ekibi bu kez amaça mutlak galibiyet parolası ile ve dört forvetle sahaya çıkıyor. Sonuç mu? Her zamankinden aç ve saldırgan Megadeth hem mevcut sistemi hem de rakiplerini çok ciddi anlamda hırpalıyor, yeni transferleri ile göz dağı veriyor. Ahmet çakar ve Telegol üslubunu bir kenara bırakırsak “Hangar 18” in unutulmaz gitar düellosu, “Holly Wars” taki spanish solo, “Take No Prisoners” taki “Don’t ask what you can do for your country, ask what your country can do for you” dizesi; muhteşem “Tornado of Souls”. Ulan anlat anlat bitmiyor bu albüm, yazarken gaza geldik. (United Abominations’a iyi albüm diyenlere duyurulur; öhömmm sana değil sevgili editörüm laf dur hemen kızma)
Kısa bir “Rust in Peace” molası sonrası...
Metallium - Suffer
Uzun yıllar sonra Cenotaph tarafından egale edilene dek Türkiye topraklarından çıkmış en sert albüm olma özelliğini elinde bulunduran “Suffer” her ne kadar Türk gruplarının uzun yıllar önce bile Dünya piyasasının ne derece gerisinde olduğunu belgelese de her saniyesi ile Türk extreme müziği için bir kilometre taşıdır. Kreator’u anımsatan komplike riffleri, death metale kayan vokal tarzı ve albümün geneline yedirilmiş groove rifflerin yanında şu anda gündemimizde geniş yer tutan çevre kirliliği,din adına yozlaşmalar,ekolojik sorunlar gibi dişe dokunur konulara değinen lirikleri ile de irdelenmesi geereken bir albümdür “Suffer”. Yıllar önce Non-Serviam partideki leziz performanslarının başlangıcı olup albümün son şarkısı olan “X” ise ayrı bir güzeldir.
Pentagram - Pentagram
Hard Rock’tan heavy metale terfi sebebim Iron Maiden ise heavy metalden thrash metal terfi sebebim ise kesinlikle Pentagram’dır. Albümü hala dinlememiş olnalar varsa eğer –ki böyle birşeyin olmamasını diliyorum- özgünlük, yaratıcılık beklerseniz hayal kırıklığına uğrayacağınızı belirtmek gerek. Kretaor, Slayer, Whiplash’ten esinlenmeli(!) gitar rifflerini Murat Net’in inanılmaz soloları, Hakan Utangaç’ın psikopatlık sınırında gezen vokali süsler. Son olarak 93-00 yılları arası, aksatmadan, güne Rotten Dogs’la başladım diyeyim de anlayın bu albüm ne denli sevdiğimi...
Iron Maiden - Seventh Son Of A Seventh Son
Yanlış hatırlamıyorsam sene 88 felan; ilkokul sıralarında “Cüneyt Arkın mı döver Şeki Şeyn mi?” gibi felsefik tartışmaların yanında “Acidci misin, metalci mi?” konusunu da sıkça masaya yatırmaktayız. TRT’de Dönence’de “Evil That Men Do” nun Castle Donington performasını görüyorum ve o an film benim için kopuyor. Elektrik kulesinde headbang yapan Bruce Dickinson kesinlikle o zaman ki tüm çizgiroman kahramanlarından daha etkileyici bir figür benim için. Baştan aşağıya usta işi olan bu albümde Steve Harris , Adrian Smith başta olmak üzere tüm Maiden tayfası yaratıcılığının doruklarında… “Powerslave” ile son ana dek kafa kafaya yarışı sürdüren “Seventh Son...” son dakika atağı ile ipi gözlüyor!
Metal Church - Metal Church
Orta okulun son seneleri; Abdülkadir Elçioğlu nam-ı değer Aptullica’nın H.B.R May....mun sayfalarından başlayıp Şebek H.M.F sayfalarına taşınan isyanını gün be gün izliyoruz. Malum yayın henüz emekleme aşamalarında ve tür bağnazlığı yapmadığı için herkes tarafından sahiplenildiği günleri. Şanvert Ofluoğlu kaleminden öylesine güzel bir Metal Church yazısı okuyorum ki bir sonraki kasetçi abi ziyaretinde çektireceğim albüm direkt belli oluyor. 2005 yılında saçma sapan bir trafik kazasında yitirdiğimiz efsane ses David Wayne bu albümde öylesine bir performans sergiliyor ki kelimeler tek kelime ile kifayetsiz kalıyor.
Cultus - Eye
Grubu ilk Rock Market’te görmüştük, inanılmaz etkilemişti bizi. Garip bir müzik yaparlardı grunge/thrash/punk karışımı ve tek kelime ile estetik düşmanı... Koşa koşa kaseti almıştık ve teybe takınca ilk şoku yaşadık kaset başlamıştı ama “Frank Sinatra-Strangers of the Night” introsuyla sonra dannn daannn daann “The 4th War!”
Hele ki kasette 2 farklı versiyonu bulunan “One in the Million’’ adamı öldürmüyor süründürüyor. Gruba dair bir ilginç enstantene daha; malum yıllarda elinizde olması bile çok büyük bir fors kaynağı olan Aiwa walkmanim çalınıyor ve içinde Cultus kasedi; beni üzen ise ev ahalisinin doğum gününde bilmem kaç para saydıkları Aiwa walkmanden ziyade Cultus albümü.
Obituary - World Demise
Death metal ile ilk tanışmam. Sırf “Don’t Care” gibi bir marşı içinde bulundurduğu için bile listeye alınabilir. çıktığı sene dinleme şansına sahip olduğum bu albümü ilk okul servisinde teybe koyduğumuz an thrash metale alışık kulaklarımız bayağı hırpalandı ama kaset sahibi yurtdışı görmüş arkadaş “Olm Amerika’da herkes bunları dinliyor thrash eskidi artık!” sözleri ile kanımıza girmekte; kanımıza giren bir tek Tayfun’un sözleri değil tabi yavaş yavaş John Tardy’nin o yırtıcı vokali, Allan West’in insanın kanını donduran riffleri ve Frank Watkins’in gümbür gümbür bass vuruşları ile bu yeni müzik türünü kucaklıyoruz. Kabul ediyorum Obituary’nin death metal adına verdiği en iyi iş “Cause of Death” ama sizde biliyorsunuz ilkler asla unutulmaz!
Slayer - Seasons in Abyss
Tek kelimeyle çıkmış ve çıkacak en sakat Slayer albümü. En iyi thrash metal albümü “Reign in Blood” diyenlere pirim vermeyin çünkü bu albüm onu kat be kat aşıyor. “War Ensemble”, “Blood Red”, “Skeletons of Society”, “Death Skin Mask” ve diğer bombalarla bu albüm adeta öldürmüyor süründürüyor. Kesinlikle bir kavgadan önce dinlenmesi kırılgan bünyelerde ölümcül hasarlara yol açabilir uyarmadı demeyin!
Moonspell - Sin
Hiçbir zaman bu grubun fanı olmadım ve “Alma Mater” da dahil hiçbir şarkısı beni çekmedi; ta ki bu albüme kadar. Bu albümde grubun geçmişini unutun ne çift cross bateriler, ne distortion gitarlar ne de scream vokaller bekleyin. Şimdi onu unut, bunu çıkar, onu çarp bunu böl dedik; albümü dinlememiş biri soracak haklı olarak neye benziyor lam bu diye? Depeche Mode’un bilgisayar looplarını çıkartın, araya da bolca usta işi gitar partisyonu ekleyin; üzerine bolca Type O Negative Pete vokali gezdirin alın size “Sin”. İnanılmaz duygulu bir albüm, aynı zamanda yatak odalarında çok güzel fon müziği de olabilir. Kaçırmayın, dinlemek için hala geç değil!
Metallica - Ride The Lightning
Bu albümden sonra dinlediğim hiçbir Metallica albümü bana tat vermedi. Metallica en agresif ve en duygulu hallerini hep bu şaheserde sergiledi bizlere. Herşey bir yana albümün teşekkür listesinin girişini unutamam “Metallica’s fight for world domination made easier by following people”. Nerden nereye?
Bu yazı yazılırken yer darlığı nedeniyle dahil edilemeyen başta Kreator, Scorpions, Carcass, Suicidal Tendencies ve daha nice efsaneye teşekkürler. Siz olmasaydınız her şey bu kadar çekilir olmazdı.