Big Four

Thrash Days Re-Revisited

Thrash Metal Re-revisited1970'lerin sonu, 80'lerin hemen başında birbiri ile taban tabana zıt duran iki türün etkileşime girişi ile rock ağacının en asi kolu thrash metal boy verdi. Hardcore'un & punk'ın kısa şarkı yapısı ve saldırganlığı  N.W.O.B.H.M'in melodik yapısını başarı ile birleştiren bu tür hala müzikte pek çok extreme dalın en önemli etkileyicisi konumunda. En basitinden dünyada Hatebreed'den, Foo Fighters'a, Moby'e onlarca farklı daldan müzisyeni etkileyen; yıllar boyu rock barlarda ve konserlerde ağrıyan boyunların baş sorumlusu "thrash metal"i analiz ettik.

 

70’li yılların sonunda genel anlamda mainstream rock akımlarına bakarsak hakim olan üç temel akım görürüz:

1-Mistik temalara boğulmuş Zeppelin tarzı Hard’n’Heavy

2-Yıkıcı bir müzik akımı olarak doğan ve zaman içinde tepki duyduğu sistem ile baraber kendini de tüketen punk müzik

3-David Bowie’nin başlattığı ve N.Y Dolls gibi grupların sürüklediği glam rock


metallicakillemall Tabi ki bu sırada rock müzik tarihinde-hatta genele vurursak müzik tarihinde her an yaşanan süreç tekrar yaşanır- birisi çıkar daha öne etkilendiği akımları ve türleri yeniden yorumlar ve ortaya yepyeni bir akım çıkarır. Sözün özü ölen (daha doğru ifade ile müzikal çekiciliğini yitiren) türlerin mezarından yeni türler filizlenir.

Danimarka doğumlu Lars Ulrich  ve sorunlu bir çocukluk geçiren James Hetfield’ın tanışması “Thrash/Speed  metal” akımının başlangıcı olacaktır. Rock müzik hayranı babasının ekisiyle küçük yaştan beri bu müzik ile büyüyen ve sıkı bir N.W.O.B.H.M  hayranı ve kolleksiyoncusu Lars’ın müzikal vizyonu ve  Discharge,Exploited gibi sert hardcore  gruplarına hayran James Hetfield’ın müzikal paylaşımları yeni bir türü şekillendirmeye başlar.

 

Punk/Hardcore ‘un sert gitar riffleri üzerine ; N..W.O.B.HM ‘ in melodik gitarlarının birleşimi ile oluşan thrash metal.

Kadrosunu lead-gitarda Dave Mustaine-ki kendisi ve grubu Megadeth apayrı bir yazı konusudur- ve bass gitarda Ron McGovney ile takviye eden grup konserler başlar ve lokal heavy metal arenasında gitgide isim yapmaya başlar. Bu sırada Mötley Crue grubunu izlemek için Los Angeles ‘a  gelen Sound (şimdiki adı ile Kerrang) muhabiri Don Kaye aldığı duyumlar sonrası yerel pubta Metallica’yı izler ve İngiltere’ye dönünce gördüklerini şu şekilde kaleme alır:

“Gitar riffleri çılgınca…adeta kamçı gibi (like thrash).Hayır bu normal bir şey değil. Bu tür olsa olsa thrash metaldir.”

Böylece resmi olarak yeni türün adını  adı konduktan sonra türün isim babası sayılan Metallica kadrosundaki son kilit taşını da San Fransisco’da bulur :

Trauma bassçısı Cliff Burton 

Cliff ile çalışabilmek için California ‘ya taşınan grup bir anlamda Amerikan thrash metalinin merkes üssünü de belirler:

Bay Area  

1983 yılında thrash piyasası iki albüm ile sarsılır, bu iki albüm çıkışlarının üzerinden 20 yıla aşkın zaman geçmesine rağmen hala etkileyiciliğini yitirmediği gibi tüm thrash hatta genel anlamda tüm extreme metal janrına gerek gitar oyunları, gerek söylevleri ile başucu albümleridir:

1-Metallica-Kill them All

2-Slayer- Show No Mercy

Slayer’ın hikayesi ise  Metallica ‘dan atılan Dave Mustaine’in grubureign_in_blood Megadeth’e birkaç konserde yardım eden Kerry King ‘in –yine punk hayranı – Jeff Hanneman ile tanışması ile başlar . Bateriye Jeff ‘in komşusu Kübalı deha Dave Lombardo ve bass/vokale de  Tom Araya ‘nın alınması ile efsane kadro tamamlanır. Ateist olan Jeff Hanneman ve Kerry King’in yazmış olduğu satanizm içerikli lirikler ile grup hem yoğun tepki toplar. Hem de yakın zamanda palazlanacak olan black metal öğretisine Venom,Possesed ve Angel Witch ile en büyük katkıyı sağlar.

Slayer’ın satanist yaklaşımına ve klasik heavy metal anlayışının mistik sözlerine ilk darbe Metallica’dan gelir. “Ride the Lightining” albümünde Metallica’nın  idam cezasına karşı duruşu ile gelir. Bunu Megadeth’in nükleer savaş karşıtı sözleri, Exodus’un çevre lehine duruşu, Anthrax’ın özellikle “Indians” şarkısında doruğa çıkan ırkçılık karşıtı mesajları eklenir. Irkçılık , faşizm ve sisteme karşı en sert duruşu ve söylevleri Nuclear Assault ve Sacred Reich söyler. 


 

Okyanusun öbür yakasıda bu yeni müziğe kayıtsız kalmaz ve yeni thrash grupları kurulmaya başlar. Amerika’nın Bay Area gruplarına yanıt Almanya’dan gelir. Avrupa thrash metalinin kalesi Almanya Ruhrrport Area ‘dır. Dilerseniz olayın beşiği olan Amerika kısmını bir süreliğine bırakark Avrupa thrash arenasına bir göz gezdirelim.

Alman thrash metali deyince ilk akla gelen grup olan Kretaor’un hikayesi  1985 yılında Almanya’da başlar. Metallica’nın ilk dönem soundunu ve Venom’un müziğini kendilerince aynı potada birleştiren grubun amacıda diğer tüm türdaşları gibi tek idi: 

“Dünyanın en sert ve en hızlı müziğini yapmak”

kreator_extremeaggression O yıllarda özellikle Avrupa’da hakim olan thrash gruplarının arasından Kreator’un sıyrılması ise içi dolu sözleri ile olur. Grup antifaşist tavrının yanında çok defa çevre sorunları gibi önemli konulara değinir.  90’lı yılların başında grup müziğini death metal ve endüstriyel kalıplarla zenginleştirmiştir. Bu değişimde Ameika’da çok ilgi gören grubun death metal tarihin de kilometre taşı prodüktörlerden Scott Burns ile çallışması da etkili olmuştur tabi ki... 90’lı yılların ortalarında yayınladığı “Renewall” albümü ile yoğun bir fan tepkisi alan grup daha sonra eski thrash sounduna dönüş yapmıştır. 

Grubun kariyerindeki bir diğer keskin dönüşte Coroner gitaristi Toomy Vetterli’yi kadrosun katması ile olmuştur. “Outcast” ile başlayacan gothic ve endüstriyel etkiler “Endoroma" ile doruk noktasına ulaşmıştır. Yine hayran baskısı alan grup “Violent Revolution” ile thrash karasularına geri dönüş yapar.

 

Avrupa thrashi, hele hele Almanya’dan bahsetmişken Sodom ve Destruction’a değinmemek olmaz tabi ki…

 

80’li yılların başında Tom Angelripper, Witchhunter ve sodom Aggressor triosuyla kurtulan ve adını lanetlenen ve cennet alevleri ile yok edilen mitolojik şehirden alan grup birbiri ardına çıkardığı “Witching Metal” ve “Victims of Dead” demoları ile dikkat çeker ve Venom  ile turlamaya başlar. Grubu esas zirveye taşıyan albüm ise  1989 yılında çıkardıkları "Agent Orange’’ albümüdür.

Sodom’un metal arenasına bir diğer katkısı bahsi geçen albüm turnesinde alt grup olarak Brezilyalı Sepultura’yı alması ve bu grubu ilk kez Avrupa seyircisi ile tanıştırmasıdır. Sodom’un lirklerinde işlediği anti-christ konuların yanında  faşist olmakla da suçlanır; hatta bir başka Alman thrash grubu Rumble Militia’nın –ki kendileri anti-faşist, Nazi karşıtı söylevleri ile dikkat çekerler – bu sebeple grup ile kavgalı olduğu yıllar yılı dönüp duran bir dedikodudur.

Röportajlarında da çok sorulan bu konuya grubun kurucusu ve orijinal kadrodan kalan tek eleman Tom Angelripper hiçbir zaman faşist olmadıklarını, nazizme bir sempati duymalarının söz konusu olmadığı ve Rumble Militia ile iyi dost olduklarını açıklayarak son verir. ( bir de efsanevi “Fuck the Police” videosu var tabii)

Alman thrashinin diğer bir demirbaş grubu Destruction;  Schimer,Tommy ve Mike triosu ile kurulur. 1984 yılında çıkardıkları “Sentence of Death” e.p si ile plak firmalarının dikkatini çeken grup sıradışı bir başarı yakalar.  1985 yılında Slayer ile beraber turlayan grup birbiri ardına çıkardığı albümler ile okyanusun öbür yakasında da başarı sahibi olan ilk thrash grubu olma ünvanını ele gerçirir.

 

destruction 1989 yılında çıkardıkları tarihin en iyi konser albümülerinde sayılan “Live without Sense”  sonrası  “Cracked Brain”  albümü çalışmaları sırasında grubun iki kurucu üyesi arasındaki sorunlar çözülemez duruma gelir ve Destruction’ın herşeyi konumundaki Schimer gruptan atılır. Albümün geri kalan kısmı Poltergeist vokali Andre ile tamamlanır. Bu ayrılık iki taraf içinde kötü olur. 1999 yılındaki tekrar birleşmeye kadar Destruction posta yolu ile sipariş edilen albümler yayınlamış ve eski başarı dolu günlerini aratmıştır.

Klasik heavy metalin ve punkın beşiği sayılan İngiltere’nin thrash akımına katkısı Sabbat ile olmuştur. Martin Walkyier dehası etrafında şekillenen grubun bir diğer itici gücü daha sonra Testament,Exodus,Machine Head gibi sayısız albümün prodüksiyon koltuğunda oturan Andy Sneap’tir. Walkyier’in pagansit lirikleri ve “History of Time to come”; “Dreamweavers” , “Mourning  has Broken” gibi üç albümle efsaneleşen ; devrin en önemli yayın organlarından Kerrang tarafından “İngiltere’nin en  yaratıcı grubu” payesini alan grup 1991 yılında Martin’in Skyclad’i kurmak için ayrılması ile dağılır. (2001 yılında Andy Sneap olmadan bir re-union turnesi yaparlar fakat devam etmezler şeklinde şekillenecek yazım bu sene son dakika gelişmesi ile yeniden şekillendi. Cradle of Filth albümlerinin prodüktörü olan Andy Sneap Dany Filth ve arkadaşlarının ısrarlarını kıramayarak bu yıl ki Cradle of Filth turnesini Sabbat ile açacak, turne sonrası grubun devam edip etmeyeceği hala muamma )

İngiltere’den çıkan bir diğer dikkate değer thrash metal grubu da Onslaught’tur. 1985 yılında yayınladıkları “Power From Hell’’ albümü ile hardcore ve death  metale yoğun göndermeler yapan grup, daha sonra çıkardığı  “The Force” ve “In the Search of Sanity” albümleri standart thrash kalıplarını kullanır. (Bu arada In search of  Sanity albümünün özelliği vokalde efsanevi  N.W.O.B.H.M grubu Grim Reaper ‘ın vokalisti Steve Grimmett’i bulundurmasıdır.)

xentrix

 

Bir diğer dikkat çekici thrash grubu da Bay Area soundunu benimseyen müzikal yapısından çok 1989 yılında çıkardıkları “Ghostbusters” e.p sinde aynı isimli filmin tema müziğini coverlayan ve filme ait resmi izinsiz kullandığı için açılan dava ile dikkat çeken  XENTRİX tir. Bir de unutmadan inanılmaz güzellikte “No more time” balladı var gruba ait. En son 1996 yılında  bağımsız bir firmadan "Scourge’’ albümünü yayınlayan grup daha sonra dağılır.

80 ‘li yıların thrash patlamasında melodik gitarları , enerji dolu gitar riffleri ve vokalist Flemming Ronsdorf ‘un çizgi üstü vokali ile dikkat çeken grup ilk olarak piyasada el altında başarı ile dağıtılan “Deadly Relics” demosu ile dikkat çeker. Ardından çıkan  “Fear Tomorrow” albümünün başarısı 1987 yılında çıkartılan “Terror Squad” albümü ile zirveye çıkar . Grup bu albüm ile dünya çapında turneye çıkar. Hatta Azerbeycan ve Rusya gibi  o vakite kadar adı metal ile anılmayan ülkeleri dahi turlar.Bu grup için unutulmaz bir deneyimdir.öyle ki  bu turnede yaşadıkları zorlukları 1991 yılında yayınlanan “By Inheritance”  albümünde “Seven a.m in Tashkent” şarkısında ölümzüleştirir. Bu albümün yayınlanmasının ardından plak firması Roadrunner’ın ilgizsizliği ve grup içi sorunlar nedeni ile dağılan grup 1999 yılında şükürler olsun ki tekrar toparlanır ve “B.A.CK” isimli dönüş albümlerini yayınlarlar.

Avrupa thrashinden bahsederken kendi janrının en özellikli gruplarından biri olana Coroner’ı anmamak olmaz tabi ki. 1987 yılında “R.I.P” ile başlayan ;  1994 yılında  “Grin” ile sona eren kariyerleri boyunce grup her albümle kendini geliştirmiş, diğer grypların aksine müzikal tarzına yenilikler katmıştır. üstün gitar hakimiyeti ile dikkat çeken Tommy Vetterli’yi Kreator’a ; Marky Edelman ‘ı da Apollyon Sun’a kaptıran grup bunun üzerinde kariyerine son verir.

Tekrar Amerika cephesinde geçersek yazının başında thrash  metal kulvarında her daim yaptığı işler ve çıkardıkları albümler ile türün yön vericisi sayılan “Big-Four” olarak tabir edilen kemik dörtlüyü irdelemek gerekir. 


Türün yaratıcısı sayılan Metallica bass gitarist Cliff Burton’un etkisiyle heavy metal klişelerini işlemeyi bırakır ve  daha dişe dokunur konulara değinmeye başlar.(Cliff’in gelişi ile lirikal konseptteki değişimi görmek için Kill’em All ve daha sonraki albümleri karşılaştırmanız öneririm). Bunun yanında özellikle ilk üç albümde hissedilen distortion destekli bass soundu Metallica için bir nevi trade-mark haline gelir.

çok başarılı “Master of Puppets” turnesinin sonunda otobüs kazasında Cliff 

masterofpuppetsBurton’ı yitiren grup kısa bir bocalama devresinin ardından Jason Newsted ile kadroyu takviye eder. 1989 yılında yayınladıkları klasik “And Justice for All” albümü Metallica’nın thrash metal adına çıkarttığı son albümdür. Bu albümün ardında grup daha basit, daha mainstreame yakın bir rock soundunu benimser. Metallica’nın bu mainstreame dönük hareketi ve daha art-rock vari bir sounda yaklaşması thrash metalin 90’ların başından sonra ivme kaybedişinin en  önemli sebeplerinden biridir. Yazının sonunda da inceleneceği üzere 91 yılının ardından thrash gruplarının önünde iki seçenek vardı: 

Yumuşamak (Metallica,Megadeth vb gruplar gibi)

Ya da değişmek (  Overkill,Slayer gibi core destekli ya da Testament gibi death metale yakın müzik yapmak)

“Show no Mercy” ile piyasaya ikinci bombayı yollayan Slayer  bu albümün yerel piyasada başarısının ardından “Hell Awaits” albümü ile başarısını perçinler.  İstisanasız her thrash grubunun ilham kaynağı Venom ile yaptıkları turnenin kayıtlarını “Hell Awaits” ile ölümsüzleştiren grup kariyerinin en önemli hamlesini Dej Jam Records’un sahibi prodüktör Rick Rubin ile anlaşarak yapar.  Daha önce hiçbir metal grubu ile çalışmayan Rubin ile anlaşmaları ilk başta die-hard Slayer hayranlarının tepkisini çekse de ( Rubin bir hip-hop prodüktörüdür) “Reign in Blood” ın çıkışı ile tepkiler yerini alkışlara bırakır.  Sadece 29 dakika süren bu albümde grup plak firmasının fiyatı düşürmek ya da süreyi uzatmak isteğini reddetmiştir. çıkışı ile Slayer tarihinin ilk altın plağını almış, speed ve thrash metalde hız parametrelerini yeniden belirlemiştir.

“Reign in Blood” albümü sonrası yayınlanan  “South of Heaven” beste yazım aşamasında Hanneman ve Araya’nın elinde şekillendiği için hem müzikal konsept hem de lirikal açıdan önceki Slayer  albümlerinden ciddi anlamda farklılıklar taşır. Kontrolsüz hız bıtrakılmış, şeytan ve kan ekseninde dönen lirikler yerini savaşlar ve seri katillere bırakmıştır. Slayer’ın bu değişimi ilk başta hayranları tarafından tepki çekse de daha sonra taraflı tarafsız herkes gelişimi kabullenir.

90’lı yılları grup “Seasons in Abyss” ile karşılar.Grup elemanları bu albümde melodileri ve gamları biribirne uydurmak için ilk kez armoni derlseri almıştır. Ben dahil olmak pek çok kişinin ortak görüşü üzere Slayer tarihinin en iyi albümü olan Seasons’ ta hiçbir şekilde boş şarkı yoktur. Tom Araya’nın seri katillere merakı iyice artmıştır, “Dead Skin Mask” şarkısı ünklü seri katil Ed Gein’e ithaf edilmiştir. Bu albüm sonrası baterist Dave Lombardo ile ikinci kez yollarını ayıran grup, Dave’in yerini Forbidden’dan Paul Bostaph ile doldurur. Pantera, Machine Head ve Neo-Sepultura gibi grupların efsaneleştiği zamanlarda çıkardığı “Divine Intervention” ile 90’ ların en hızlı thrash örneklerinden birini sunar. Daha sonrasında grup soundunu harcore ve efektler ile zenginleştirme yoluna giderek “Diabolous in Musica” ve “God Hates  All ” albümleri ile başarı çizgisini devam ettirir. ( bu sene yayınlanan ve grubun 15 yıl sonra orijinal kadrosu ile yayınlanan dönüş albümü “Christ Illusion” ne yazık ki beklentilerimizi tatminden uzak ve zayıf bir albüm)

 

davemustaine Big Four’un diğer önemli temsilcisi Megadeth  kült albümlerinin yanında Mustaine’in bitmek bilmeyen alkol ve uyuşturucu sorunlarının yanında, Mustaine’in eski grubu Metallica ile olan söz düelloları ile de fazlaca gündem bulur. Combat Records etiketiyle yayınladıkları “Killing is my Business, and Business is Good…” albümünün ticari olarak çok başarılı olmamasına karşın  gruba Atlantic Records ile anlaşma fırsatı getirir. Bu albümü takiben çıkardıkları “Peace Sells,But who’s Buying”  Mustaine ve Megadeth dönemin sinirli gençlerini arenalara dolduran bir liderdir artık. Grubun başarısı çizgisinin artarak devam edeceğini öngörenler ne yazık ki “So far,So good,So what” albümü ile hayal kırıklığına uğrar. Mustaine ‘in uyuşturucu problemleri ve grubun sürekli muzdarip olduğu kadro sorunları albümün kalitesine de yansımıştır.

Bekleme dönemine geçen grup uzun arayışlar sonunda lead gitarı Cacaphony grubundan Marty Freidman’a (ilk görüşülen adaylar ex-Pantera Dimebag Darrell ve  Annihilator’dan Jeff Waters) ve bateriyi jazz davulcusu Nick Menza’ya emanet ederler. Bu kadro ile grubun altın yıllarının habercisi olan bir başka thrash başyapıtı “Rust in Peace” yayınlanır. Megadeth sistme hiç olmadığı kadar sert saldırılarda bulunur bu albümde. özellikle “Take No Prisoners” in sözleri dikkat çekicidir:  

“ülkem için ne yapabilirim diye sorma, ülkem benim için ne yapabilir diye sor”

Albüm sonrası grup yoluna  Metallica gibi daha sade bir sounda kayarak devam eder. “Countdown to Extinction” , “Youthanasia” ve Risk gibi başarılı albümler ile geniş bir dinleyici kitlesine hitap ederler. 2002 yılında Mustaine’in sağlık sorunları nedeni ile dağılan grup  Mustaine’i iyileşmesi sonucu tekrar toparlanır. Grubun yeniden kuruluş sürecinde bassist Ellefson’un Mustaine isim hakları için açtığı dava ile gündeme gelir. Eidolon grubundan Drover kardeşler ve Iced Eath bassçısı James Mac Donough ile takiviye eden grup “System has Failed” i yayınlar. (Şu an grup yeni stüdyo albümleri “United Abominations” ın kayıtları ile meşgul)

anthrax

80’ler thrash arenasını ve  “Big Four”un en aykırı temsilcisi Anthrax’ın hikayesi ise Scott Ian  ve Dan Spitz’in tanışması ile başlar. Heavy metal klişeleri ile dolu ilk albüm “Fistful of Metal” in ardından kadrosunu Frank Bello ve Joey Belladona ile takviye eden grup Manowar desteğinde tura çıkar. Klasik heavy anlayışı ile her fırsatta ters düşen ve bu klişelerle dalga geçmeyi misyon edinen Anthrax ile klasik heavy metalin sembol grubu Manowar’ın birlikte tura çıkması ilginç ve önemli bir detaydır. Kadronun oturmasından sonra mini albüm “Armed&Dangerous” ile beraber grubun yükseliş yılları başlar.  1987 yılında grup belki bilmeden Aerosmith ile beraber yeni bir türün doğuşuna imza atar. Rap ve metali aynı potada erttikleri “I’m the man” tüm nu-metal gruplarının birincil etkilenim kaynağıdır. Bunun yanında müzik endüstrisine bu türün ne kadar satabileceğimi de göstermiştir. Bu single çalışmanın ardından Anthrax thrash metal parametrelerini belirleyen üç albümü arka arkaya yayınlar.”Among the Living”(özellikle Kızılderili katliamına dikkat çekilen Indians’ a dikkat) ,”State of Euphoria” ve “Persistance of Time”

Bu çalışmaların ardından Public Enemy ile beraber yayınladıkları “Bring the Noise” ile listeleri sallayan Anthrax iyice büyümeyi kafasına koymuş Elektra ile imzaladıkları multi-milyon dolarlık anlaşmanın ardından Joey Belladonna’yı kapının önüne koyup mikrofonu Armored Saint vokalisti John Bush’a emanat etmiştir.( ilk kuruluş yıllarında Metallica vokali için Bush’a teklif götürmüş ama olumsuz bir yanıt almıştır). John Bush ile çıkartılan “Sound of White Noise” ve “Stomp 442” çok başarılı albümler olsa bile ne yazık ki beklenen satış grafiğine ulaşmaz ve Ekektra grupla anlaşmasını fesheder. Kendi plak firmasını kuarn(Ignition Records) grup “Volume 8:Threat is Real”-bu albümde bir şarkıda konuk gitarist olarak Dimebag Darrell gruba eşlik eder- ve  “We’ve came for you All” albümlerini yayınlayan grup bu senin başında Bellodona ve Dan Spitz’in gruba dönüşünü kutluyor.  

Amerikan thrashine “Big Four” diye tabir edilen bu grupların katkısı üstoverkill seviyede olsa da diğer grupları görmezlikten gelmek büyük bir hata olur. Bobby Ellsworth ve D.D. Verni’ nin tanışması ile kurulan Overkill  ilk çıkışını 1984 tarihli “Overkil” e.p si ile yapar. Kendi isimlerini taşıyan bu e.p nin ardından Metallica ve Anthrax başta olmak üzere onlarca thrash grubuna ev sahipliği yapan Megaforce ile anlaşırlar. “Feel the Fire” albümünü herbiri thrash metal marşı sayılan  “Deny the Cross”, “In union we Stand”, “Wrecking Crew” gibi şarkıları içeren “Taking Over” albümünü yayınlarlar. Bu albümü kapağı ile yasaklanan “Fuck You” e.p si izler.

Grubun yükşeliş yılları başlamıştır. “Under the Influence”, “Years of Decay” gibi iki klasik albüm yayınlayan grup Overkill soundunun temel taşlarından olan  Bobby Gustafson’un ayrılışının ardından onun yerini iki gitarist ile tamamlar. Bobby Ellsworth’un dediği üzere yeni Overkill soundunun gidişatı belirleyen “Horrorscope” çift gitar oyunları ve diğer albümlere göre aksak şarkı yapısı ile dikkat çeker. Herkes bu gelişimin “I hear Black” te artarak süreceğini düşünse de ,grup oldukça sıradan bir albüm yayınlamıştır. “W.F.O” en az gitarlar kadar öne çıkartılmış bass soundu ile dikkat çeker. Albümdeki başka bir dikkat çekici unsur ölen Savatage gitaristi Chriss Olivia’ya ithaf edilmiş “R.I.P” ve Bosna Savaşı için yazılan “Bastard Nation” şarkılarıdır.

“Wreck your Neck” ismini taşıyan ilk live albüm sonrası Rob Cannevino ve Meritt Gant gruptan ayrılır ve  hala grup sabit bir gitarist sorunu yaşamaktadır. Tabi ki bu sorun gitar partisyonlarına da yansır. Bu albüm sonrası grup soundunu punk ve hardcore unsurları ile takviye etme yoluna gitmiştir. “Killing Kind”, “From underground and Below”, “Necroshine” , “Bloodletting”, “Killbox 13” ve “Relix IX” grubun yayınladığı diğer albümlerdir.

1982 yılında Legacy adıyla kurulan ve kadrosunda Exodus vokalisti Steve “Zetro” Souza’yı barındıran Testamanet’te Bay Area soundunun oluşmasında ki kilit gruplardan biridir.  1987 yılında yayınladıkları ilk albümleri “Legacy “ ile thrash dünyasını ciddi anlamda sallayan grup belik de ilk albümünün ardında konser albümü yayınlayan tek grup olma özelliğine sahiptir:

“Live at Eindhoven”

Bu e.p’ nin bir diğer önemi de o ana dek sıradan bir festival olan Dynamo’yu dünyaya tanıtmasıdır. Kuruluşunun hemen ardından Atlantic Records ile anlaşan Testament artık dev bir gruptur. 1988 tarihli “New Order” ı  “Practice what you Preach” takip eder. Politikayı ve siyaseti eleştiren klibi ile dikkat çeken “Souls of Black” albümü yayınlandığında  takvimler 1990 ‘ı göstermektedir.

 

testamentGrubun orijinal kadrosu ile yayınladığı son albüm olan “Ritual” 1992 yılında çıkar. Alex Sckolnick ve Lou Clemente grubun daha yumuşak bir yöne gitmesini savunurken(ki Ritual’ da bu yumuşama görülür);  Eric Peterson ve Chuck Billy buna şiddetle karşı çıkmaktadır. Sonuç itibari ile metal tarihinin en yetenekli gitarsitlerinden olan Alex Sckolnick( kendisi daha sonra Savatage ve Attention Deficit ile çalışır) ve Lou Clemente’nin ayrılışı ile sorun çözülür.  Bu ayrılığın ardından Testament artık death metal sularında seyretmektedir. “Low” ve takipçisi “Demonic” thrash kalıpları ile death metalin bir buluşmasıdır adeta. 1999 yılında olay albüm “Gathering” yayınlanır. Albümün kadrosu o kadar sağlamdır ki daha çıkmadan dinleyici beklentisi üst seviyededir. Chuck Billy ve Eric Peterson’ a  bu albümde Dave Lombardo, James Murphy ve Steve DiGiorgio eşlik eder. Doksanlı yıllara dair en sağlam thrash metal çalışması olan bu albümün ardından hayranları bir sürpriz beklemektedir. İlk albüm kadrosunu toplayan grup “First Strike is still Deadly” adı altında ilk iki albümün parçalarını kaydeder beve tura çıkarlar.

 

Bay Area thrashinin referans gruplarından olan Exodus’un bir başka özelliği de kuruluş kadrosunda Metallica gitaristi Kirk Hammet’ı bulundurmasıdır. 1985 yılında yayınlanan ve thrash parametrelerini belrleyen “Bonded by Blood” albümünün ardında Paul Baloff gruptan ayrılmış; yerine Steve “Zetro” Soua gelmiştir. Bu kadro ile “Pelasures of Flesh”(87), en iyi albümleri sayılan “Fabolous Disaster” (89), “Impact is Imminent”(90) ve 1992 tarihli “Force of Habbit” i yayınlayan grup yaşadığı kadro sorunlarının ardından dağılır.

1997 yılnda Paul Baloff’lu kadrosunu toparlayan ve ilk iki albümden parçalaın yer aldığı konser albümü “Another Lesson in Violence” ı yayınlayan grup 2002 yılında Paul Baloff’un ölümü ile sarsılır. Steve Souza’nın geri dönüşü ile 2004 yılında “Tempo of the Damned” i yayınlayan grup bu kez üç elemanı yitirir. Kadrosunu Rob Dukes, Paul Bostaph ve Lee Atlus ile takviye eden grup yayınladıkları “Shovel Headed Kill Machine” ile yıllara meydan okuyor adeta!

 

Bay Area tarihinin bir diğer dikkat çekici grubu ise Forbidden ve Exodus’un tarzlarını başarıyla aynı potada eriten Vio-lence’dır. Grubun bir diğer önemli noktası 90’lı yıllarda metal soundunu belirleyecek olan Machine-Head’in gitar/vokali Rob Flynn’ı kadrosunda bulundurmasıdır. 1988 yılında yayınladıkları “Eternal Nightmare” ile dikkat çeken grup 1990 yılında atlantic Records’tan “Oppressing the Masses” albümünü yayınlar. “Torture Tactics” e.p sini takiben yayınlanan oldukça başarılı “Nothing to Gain” albümünün ardından Rob Flynn Machine Head’ i  kurmak için gruptan ayrılır. Bunun ardından dağılan grup 2001 yılında kanser ile boğuşan Chuck Billy’e yardım konseri için bir araya gelir ve çalışmalarına başlar. Bu kez de gitarist Phill Demell’ın Machine Head’e geçişi ile grup çalışmalarını askıya alır.

 

Rob Flynn’ ın kuruluş aşamasında dahil olduğu bir diğer thrash grubu da Bay Area soundunun belirleyici gruplarından olan Forbidden’ dır.  Grubun ilk iki albümü olan “Forbidden Evil(1988)” ve “Twisted into Form(1990)” thrash tarihinin klasiklerinden sayılır. Bu iki albümde çalan baterist Paul Bostaph daha sonra Slayer’ın yolunu tutar.( kendisi bu yıl Exodus’a katıldı) .çok başarılı iki albümden sonra yayınlana “Distortion” ve “Gree” albümleri son derce başarılı olsa da plak firması gereken promosyon desteğini vermez, tüm bu problemler grup içi fikir ayrılıkları da eklenince grup 1997 yılında dağılır. Gitarist Tim Calvert Nevermore saflarına dahil olurken diğer elemanlar hard rock grubu olan Man-made God’ı kurarlar.

 

darkangelSlayer benzeri stili (özellikle ilk albümleri “We have Arrived” da bu durum çok belirgindir.) ve kadrolarında bulundurdukları efsanevi davulcu Gene Hoglan’ la dikkat çeken  Dark Angel’da onlarca thrash grubu  gibi ilk çıkışını MegaForce Records ‘tan çıkan “Metal Massacre” serisinde yer alarak yapmıştır. 1986’da yayınladıkları “Darkness Descends” ve onun takipçi 89 tarihli “Leaves Scars albümleri sonrası grup efsanevi canlı performanslarını  “Live Scars” e.p si ile ölümsüzleştirir.

Grubun olgunluk dönemini yansıtan “ Time does not Heal” albümü sonrası grubun iki kilit elemanı olan Gene Hoglan ve Ron Rinehart’ın ayrılışı ile grup faaliyetlerine son verir. Grubun dağılmasının ardından Relativity Records grubun bir best-of albümünü yayınlar. Yıllar yılı konuşulan ev hayranların umutla beklediği grubun geri dönüşü asla gerçekleşmemiştir(2002 yılında verilen birkaç özel show dışında)

 

 



 

 

Thrash metal dünyasında müziği ve duruşu ile fark yaratan Death Angel’ı da anmadan geçmek olmaz tabi ki. Gerçekten 80’lerin kalıpçı metal anlayışı ve thrash arenasında üç grup farklı duruşu ile dikkat çekmektedir:

 

1-Metal klişeleriyle dalga geçmekten çekinmeyen ve her zaman rap müzik ile dirsek temasında olan Anthrax

2-David Wayne gibi çizgi üstü bir vokale sahip olan ve esas vurucu gücünü hard rocktan alan Metal Church

3- Vokalist Mark Osegueda’nın  “Thrash metalin Queen’i olmak istiyoruz, onlar her zaman farklı türleri bir araya getirdiler ev çok başarılı oldular. Bizim de hedefimiz bu…” doktrini ile yola çıkan  Death Angel

deathangel Death Angel her zaman için çıkışı, söylemleri ve duruşu ile bana bir zamanların azılı thrash grubu Athena’ yı andırır. Her iki grupta sahneye çıktıkları zaman çok gençtirler. öyleki Death Angel kurulduğu zaman davulcu 12 yaşındadır, konsere çıktıkları pek çok yerde içki yasağı vardır grup elemanlarına. Her iki grupta konser performansları ile karşılarındaki kitleleri büyüler.( Death Angel’ın eski dönem konserlerinde Cliff Burton arkada headbang yapar(mış), Athena’da Tankard konseri öncesi seyiriciyi nefessiz bırakmıştır)

 

“Kill as One” demosunun underground piyasada yarattığı infilain ardından  grup  Enigma ile anlaşır ve en sert albümleri “Ultra-Violence” 1987 yılında yayınlanır. Bu albümü takiben 1988 yılında “Frolic Through the Park “ yayınlanır.

Grup Geffen Records’un dikkatini çeker ve anlaşma imzalanır. Thrash metal tarihinin en niteliklei ve en kendine özgü çalışmalarından “Act III” kaydedilir. Lakin bu seferde grup plak firmasına takılır. Hem 90’lı yıllarda thrash metalin düşüşe geçmesi hem de Geffen’ın tam gaz  Guns’n ‘Roses promosyonuna yönelmesi ile grup haketiği ilgiyi bulamaz. Tam turne öncesi baterist Andy Galeon’un sakatlığı sonunda Geffen bateristi değiştirmeyi önerir, fakat grup bu değişikliği kabul etmez.

Vokalist Mark Swarm gruptan ayrılıp Swarm’i kurar, thrash ve Death Angel soundunun dışındaki bu grupla lokal konserler verir. Grubun geri kalanı ise Organization ismi altında devam eder.2002 yılında Chuck Billy’e yardım gecesinde sahneye çıkan grup yeniden birleşme kararı alır. 2004 yılında yayınladıkları “Art of Dying” albümü ile hala thrash metalin lokomotifi olmayı sürdürüyorlar.

 

Yazının girişinde thrash metalin ilk etkileşim kaynakları içinde Angel Witch grubunu da saymıştık. San Fransico’lu grup Heathen kadrosunda üç tane Angel Witch elemanı barındırır.  Grubun ilk dönem çalışmaları adeta o zamanın thrash soundunun özeti gibidir.  1987 yılında yayınladıkları “Breaking the Silence “ albümünün takipçisi “Victims of Deception” ancak dört yıl sonra gelir. Bu albüm sonrası grup çalışmalarına ara verir. Gitarsit Lee Atlus ve baterist Darren Minter bir süre Alman elektronik rock grubu Die Krupps ile takılırlar. 2001 yılında Chuck Billy'nin kanser tedavisini karışlamak için  yapılan “Thrash the Titans” gecesi sonrası grup tekrar birleşme kararı alır (yazının başından beri geçen ve hemen her dağılan grubun bu gecede birleşmesi ilginç değil mi?) ev 2004 yılında “Relentless” albümünü yayınlarlar.

Kurt Vanderhoff tarafından 80’li yılların başında kurulan Metal Chruch kısa zamanda underground piyasada isim yapmaya başlar.  1984 yılında kendi imkanları ile bastıkları (daha sonra albümü Elektra lisanslar) “Metal Church” albümü “Beyond the Black”, “Gods of Wrath”  ve Deep Purple coverı “Highway Star” gibi hitler barındırmaktadır.

 

1986 yılında Elektra etiketiyle yayınlanan “The Dark” adeta bu albümünmc1album devamı gibidir. “Start the Fire” ve “Watch the children Pray” bu albümde dikkat çeken çalışmalardandır. 1989 yılında yeni albüm “Blessing in Disguise” yayınlandığında vokal görevbini artık Heretic grubundan Mike Howe üstlenmektedir. 1991 ve 1993 yıllarında yayınlanan  “The Human Factor” ve “Hanging in the Balance” albümlerinin ardından grup dağılır. 1998 yılında yayınlana ve ilk iki albüm turnesi sırasında kaydedilen kayıtlardan oluşan “Live” albümü gruba olan ilgiyi tekrar canlandırır. 1999 yılında David Wayne ile kaydedilen “Masterpeace” ne yazık ki çok sıradan bir albümdür. Bu albüm sonrası gruptan ayrılan David Wayne bu sene geçirdiği trafik kazası sonucunda aramızdan ayrılır. 2003 yılına “The Weight of the World” ve 2006  yılına “A Light in the Dark” albümlerini sığdırır. "A Light in the Dark" efsanevi albümleri "The Dark" a ve kaybettikleri vokalistleri David Wayne'e bir saygı duruşudur adeta.

 

Anthrax’ ten ayrılan Dan Lilker’ın kurucusu olduğu Nuclear Assault adından da anlaşıldığı üzere çevre sorunlarına duyarlı tavrı ile tanındı. Bunun yanında D.R.I ve Suicidal Tendencies ile beraber thrash kalıplarına hard core etkilerini ilk adapte eden gruplardan oldular.

İlk iki albümleri olan “Game Over” ve “Survive” thrash tarihinin en iyi albümleri arasına girmiştir. 1993 yılında vokalist John Connely ve bassist Dan Lilker’ın arka arkaya ayrılışı ile grup çalışmalarına son verdi. Bu süre zarfında Brutal Truth’u kuran Dan Lilker zehirli faaliyetlerine burada devam etti. 2002 yılında tekrar bir araya gelen grup bu yıl Ağustos ayında yeni albümleri “Third World Genocide” ı yayınladı.

 

Hardcore etkilerinden bahis açılmışken Sacred Reich’ı unutmamak gerekir. Politik tavrıı ve duruşu ile dikkat çeken grup ilk dönemlerinde çiğ ve vahşi bir soundu tercih etse de “American Way” sonrası daha oturaklı bir hale bürünmüştür. Grup hakkında önemli bir detayda doksanlı yılların metal soundunu belirleyici gruplarından olan Machine Head davulcusu Dave Mc Clain’ı kadrosunda bulundurmasıdır. 1996 yılında “Heal “ albümünü çıkartan grup 10. yılında çalışmalarına son verdiğini açıklamıştır. Ama sistem karşıtı sözleri ve belki de thrash grupları içindeki en keskin politik duruşu ile her daim hatırlanacaktır.

 

1983 yılında skate-punk grubu olarak kurulan ve çıkardığı  "Institutionalized" albümü ile underground piyasada ciddi anlamda isim yapan Suicidal Tendencies bir sonraki albümü “Join the Army” de soundunu oldukça sertleştirmiştir. Rocky George ‘un gitar tekniği ile öne çıktığı  1988 tarihli unutulmaz “How will I laugh Tomorrow” ile grubun gelişimi tamamladığını düşünenler 1990 yılında ne vahim hataya düştüklerini anlarlar.

suicidal

 

“Lights, Camera ,Revolution” ile grup thrash daha doğrusu metal parametrelerini üst seviyeye çekmiştir. Bu albümün başarısı ile 1990’lı yılların en önemli turnesi Clash of the Titans’a katılan grup burada ilk kez büyük sahnelerde çalmış ve performansı ile turnenin yıldızı olmuştur.

 

1992 ve 1995 yıllarında yayınlanan “Art of Rebellion” ve “Still Cyco after all these years” albümlerinde şarkı yazım aşamalarında bassist Rob Trujillo’nun etkisi ile daha funk bir alt yapı vardır.

 

Mike Muir’ in Infectious Grooves projesine ağırlık vermek istemesi ile grup çalışmalarını askıya alır. Bu dünemde grup mainstream müzik piyasası için adeta müzisyen fabrikası gibi çalışır. Gitarist Rocky George Michael Jackson ’a, baterist Jimmy De Grasso Megadeth’e ve bassist Rob Trujillo önce Ozzy Osbourne’un ekibine ardından Metallica’ya katılır. Mike Muir ise Infectious Grooves kadrosundan takviye ettiği Neo-Suicidal ile eski thrash hissiyatında uzaklaşıp punk soundlu müzik yapmaya devam eder.

 

 



 

Thrash metal akımı tabi ki sadece Amerika Ve Avrupa’da etkili olmadı. Dünyanın diğer bölgelerinden çıkan ve kitleleri etkileyen thrash metal gruplarına bakarsak ilk  sırada Annihilator’ı anmak gerekir.  Jeff Waters isimli gitar dehası tarafından kurulan grup kendi imkanları ile kaydettikleri “Phantasmagoria” e.p si sonrası dönemin önemli şirketlerinden Road-Runner ile anlaşma imzaladılar.

 

1989 yılında yayınlana “Alice in Hell” albümü metal dünyasına bomba gibi düştü. Tüm metal medyasının Annihilator için attığı başlık tekti:

annihilator

 

“Kanada’nın Metallica’ya cevabı”

Albümün sıradışı başarısı sonrası Jeff Waters “Rust in Peace” öncesi kadro toparlayan Dave Mustaine tarafından teklif alır, fakat grubunu bırakmaz. Geçimsiz vokalist Randy Ramapage’ın gruptan şutlanması sonucunda vokal görevi  Coburn Pharr’a verilir. İlk e.p’den de şarkılar yer aldığı “Never,Neverland” yayınlanır.

 

1993 yılında üç yıllkı bekleyişin ardından “Set the World on Fire” ile  grup görücüye çıkar. Grup bu albümle müzikal olarak oldukça yumuşamıştır fakat gitar partisyonlarında Jeff Waters herkesin ağzını açık bırakır.

 

Kuruluşundan beri kadro ve sound sorunları yaşayan grubun ilerleyen yılarda bu sorun yünüden sıkça başı ağrıyacaktır. Grubun yaşadığı kadro bunalımını görmek için ilk üç albüm line-up’ına bakmak yeterlidir. Wayne Darley hariç iki kez üst üste grupla kayda giren bir eleman yoktur.

 

1995 tarihli “ King of the Kill” in takipçisi  “Remains” ile grup endüstriyel akımlara göz kırpmaktadır. 1999  tarihli  “Criteria for a Black Widow” albümünde Randy Rampage’ın geri dönüşü ile ikinci Alison Hell bekleyen hayranlar hayal kırıklığına uğrar. Randy Rampage ile bir kez daha yıldızı barışmayan Waters mikrofonu John Comeau’ya teslim eder. Bu kadro ile “Carnival Diablos” ve “Waking th Furry” isimli iki vasat albüüm yayınlayan grup geçen yıl “All for You” ile nu-metal ve metal-core akımlarına göz kırpmaktadır.Bu albüm ile bir hayli tepki çeken Annihilator bu sene  çıkaracakları “Schizo Deluxe” ile hayranlarının ve old-school thrash hayranlarının gönlünü almayı planlıyor.

 

Death metal ve thrash kalıplarını başarı ile harmanlaması ve daha da önemlisi bir üçüncü Dünya ülkesinden de müzik devi çıkabileceğini dünyaya kanıtlayan Sepultura’nın hikayesi  1980 lerin başında metal müzik hayranı Cavalera kardeşlerin grup kurmak istemesi ile başlar. Overdose grubu ile çıkardıkları split e.p ile Brezilya’ da isim yapan grup “Morbid Visions” ile yavaş yavaş Avrupa underground piyasasında tanınmaya başlar. Hollandalı firması Road-Runner ile anlaşma imzalayan grup  thrash klasiklarinden sayılan “Beneath the Remains” albümünün ardından Sodom ile çıktıkları turne sonun da haklı olarak isimlerini sağlamlaştırır.

sepultura

 

“Beneath the Remains” in ardından ilk kez Brezilya dışında kayıt şansı yakalayan grup “Arise” ile bir devdir artık. Klasik death/thrash etkilenimli müziğini Brezilya yerel motifleri ile zenginleştirmeye karar verir. Bu yönde yapılan ilk atılım “Chaos A.D” olur.  Tüm dünya tarafından hayranlıklar karşılanan bu albüm sonrası yere etkilerin daha da arttırıldığı “Roots” albümü ile selamlar grup hayranlarını. Albüm sonrası grup içi tartışmalar sonunda (bir anlamada grup ile aynı zamanda grubun menajeri olan karısı arasında seçim yapmak zorunda kalmıştır) Max Cavalera gruptan ayrılır.

 

Bir süre yoluna üç kişi devam eden Sepultura kısa bir süre sonra vokali Derrick Greene’ e devreder. Brezilay etkilerinin yanına Kodo davullarının katıldığı “Against” albümünü  “Nation” takip eder.  "Roarback" in hemen ardından "Dante XII" albümünü yayınlayan grup oldukça olumlu eleştiriler alır. Bunun yanında Grup son albümü ile eski thrash günlerine hoş bir gönderme yapmış, Brezilya yerel etkileri minimum düzeye çekilmiştir. (Grubun efsanevi frontmani Max Cavalere grubu Soulfly ile aynı yıl içinde yayınladığı "Dark Ages" ile thrash zamanına göndermeler yapmayı seçmiştir, bir anlamda bu albüme Sepultura'nın Soulfly'a cevabı diyebiliriz)  Albümün tanıtım turnesi sırasında grubu ikinci şok beklemektedir. İgor Cavalera gruptan ayrıldığını açıklar. Gruba dair son gelişmeler kesintisiz her sene ortada dönen orjinal kadronun önümüzdeki yıl re-union yapacağı söylentisi.

 

Kanada’dan çıkan bir diğer önemli grup Voivod şu sıralar zaten kurucu gitaristleri Denis D’Amour’un bağırsak kanserine yenik düşmesi ile gündemde. 1984 yılında yayınladıkları ilk albümler “War and Pain” ve onun takipçisi “Rrroooaaarrr” ile thrash metal kalıpları içinde maksimum kaosu yarattılar.. Gürültülü soundlarının yanında Piggy’nin hazırladığı sanat şaheseri kapaklar ve illustrasyonlar ile de insanları büyülediler.

 

voivod1989 yılında grup tartışmasız bir thrash metal klasiği olan “Nothingface” i yayınlar. Bu albüm hem hayranlardan hem de basından tam puan alır. 1991 tarihli “Angel Rat” sonrası grup içinde ciddi problemler başlar, prodüktör ekibi grubu daha yumuşak,daha ticari bir yöne çekmek istemektedir. Bunu protesto eden bassist  Jean-Yves Theriault gruptan ayrılır. Gayet sıradan sayılan “The Outer Limits” sonrası vokalist  Denis Belanger’de gruptan ayrılır.

 

Kadro sorunlarıyla boğuşan ve iki elemanını yitiren grubun ilacı bass/vokal Eric Forrest’ tır.  Forrest’ın gelişi ile grup brutal vokal kullanmaya başlar. Bu kadro ile “Negatron”, “Phobos” ve “Kronik”  başlıklı üç stüdyo albümü ve 2000 yılında “Voivod Lives” başlıklı bir stüdyo albümü çıkaran grup  Forrest’ın ayrıldığının açıklaması ile 2001 yılında dağıldığını açıklar. Bu sırada gruba dönüş yapan eski vokalist Denis Belanger ve ex-Metallica Jason Newsted ile grup devam kararını açıklar. 2003 yılında “Voivod” isimli albüm çıkartan grup bu sene gitarsitleri Dennis D’Amour’un kaybı ile sarsılır. Yralarını çabuk saran grup geçtğiğimiz sene yayınladığı "Katorrz" ile hayranlarının kalbini bir kez daha fetheder.

Genel anlamda tüm dünyadaki kilit thrash gruplarını inceledikten sonra bu müziğin gelişim sürecini incelemenin iyi olacağı kanaatindeyim. 80’li yılların başında doğan, on yıllık zaman diliminde kendini geliştiren ve 80 ‘lerin sonundan 90 ‘lı yılların başına dek en olgun ürünlerini veren müzik türü bir süre sonra çıkmaza girdi.

 

 

 


 

clash90 Bunun sebeplerine inersek pek çok sonuç çıkmakta… En önemli etken ise marketing cenneti sayılan Amerika’ da ciddi anlamda bir yerleri rahatsız etmye başlayan thrash grupalrının bilinçli olarak bitirilme politikasıdır. 80’li yıllara damgasını vuran Amerika’nın sembol (!)  başkanlarından Ronald Reagan’ın karısı Nancy Reagan’ın karısının kurucusu olduğu P.M.R.C isimli örgüt başta heavy metal ve türevleri olmak üzere bireyleri uyandırmaya yönelen her türlü müziğe savaş açmıştı. P.M.R.C. ‘nin ilk icraatları metal gruplarının  konserlerini yasaklamak oldu. Hemen akabinde market raflarında metal albümleri daha gerilere itildi, yazılı olarak açıklanmasa da MTV, ulusal radyo istasyonları  ve büyük plak firmalarına  baskı yapılarak  metal gruplarının önü kesilmesi tavsiye edildi.

 

ütopik mi geldi? Bill Clinton’un en yakın rakibi Al Gore seçim propagandası sırasında Megadeth ve Cannibal Corpse plakalarını kürsüde havaya kaldırıp:

 

“Gençleri bu pislikten kurtaracağız”

 

Tarzı söylevlerine ne diyeceksiniz acaba?

“Get Thrashed” ismi altında çekimleri süren ve thrash metalin profilini çıkartan belgeselde Anthrax davulcusu Charlie Benante  thrash döneminin en azından mainstream de kapanışını şu şekilde açıklar:

“Clash of the Titans (Slayer, Megadeth, Anthrax, Testament ve Suicidal Tendencies’in 1991 yılında başladıkları efsane turne) turu sonrası kapı kapandı adeta , içeri Nirvana girmişti ve sen o çemberin içinde değilsen bitmeye mahkumdun”

Gerçekten de bu turne sonrası thrash gruplarının önünde iki yol vardı, Metallica ya da Megadeth gibi yumuşamak ve genel geçer rock dinleyicisinden kabul görmek ya da dağılmak. Bir yere dokunan ve sistem eleştirisi yapan thrash metalin yerini hayatın boşluğunu anlatan, uyuşturucu ve intiharın çözüm gösterildiği grunge almıştı. Arenaları dolduran ve bir slogan gibi şarkıları bir arada söyleyen gençlerin yerini bir anda uyuşuk, paspal  grunge kuşağı almıştır. Böylelikle sistem bir kez daha üzerine düşeni fazlasıyla yapmış, önündeki bir potansiyel tehlikeyi susturmuştur.

pantera

Bunun yanında thrash metalin 90’lı yıllar sonun da ivme kaybedişinin bir diğer sebebi de yaratıcılık açısından grupların çıkmaza girişidir. Clash of the Titans turnesinin bir zirve olduğunu belirten ve bu dönem sonunda grunge sayesinde thrash’in bittiğini savunan gruplara anti-tez dinleyicilerden gelir:

 

“Bu turne sonunda gruplar ne yaptı peki? Koca ağızlı Charlie ve grubu  solistlerini kovdu ve iki sene sonra çok farklı soundda bir albüm olan “Sound of white Noise” ile geldi. Megadeth asla ve asla “Rust in Peace” i aşmaya çalışmadı ve her albümde daha da kötüleşti. Slayer hepimizin favorisi Dave Lombardo’yu şutladı ve her biri birbirinden kötü albümler yayınladı. Testament “The Ritual” ve “Souls of Black” isimli iki rezalet albüm yayınladı. Biraz da suçu kendilerinde aramaları lazım” (Kaynak: www.midwestmetal.com)

 

Abartılı bir yorum olsa dahi yer yer katılmamak elde değil, 90’lı yılların başında bütün thrash grupları dinleyicinin kabul edemyeceği yeniliklere yöneldi ve çoğu gayet sıradan albümler yayınlamaya başladılar. Yazının başında da değinildiği üzere Metallica ve Slayer gibi kitleleri en çok etkileyen ve peşinden koşturan iki grubun başka tarzlara yönelmesi  bu süreci hızlandıran ve yeni grupların çıkışını engelleyen bir etken oldu. Metallica “Black” albümü ile beraber gitgide artan bir ivme ile mainstream rocka , Slayer ise “Season in Abyss”-90’lı yılların en hızlı albümü “Divine Intervention” ı saymazsak- sonrası her albümle punk ve core destekli müziğe yöneldiler.

Pazar payı gitgide azalan gruplar ise bu durum karşısında yeni akımlara uymak zorunda kaldı. Dave Mustaine “Countdown to Extinction” ile tarzını yumuşatma yoluna gitti, Exodus ve pek çok grup birkaç albüm dayandıktan sonra dağılmayı seçti, Testamet ve Kreator yeni popüler olan death metal etkilenimlerini müziklerine adapte etti, Slayer ve Overkill gibi nice grup müziklerini core riffleri ile zenginleştirdi.

 

machinehead 90’lı yılların metal sahnesinin en radikal adımlarını atan grupları ise Forbidden ve Vio-lence’tan tanıdığımız Rob Flynn’ın kurucusu olduğu Machine Head ve kariyerine glam olarak başlayan ve “Cowboys from Hell” albümü ile thrash karasularına sıkı bir giriş yapan Pantera’dır. Bu iki grup seksenli yılların thrash kalıplarını kesik gitar melodileri, daha bass ve agresif gitar tonları ve vokal oyunları ile süslemiş ev büyük başarılara imza atmıştır. Machine Head ve özellikle Pantera’nın kullandığı kesik gitar numaraları şimdinin popüler akımı nu-metal ve metal-core gruplarının bir numaralı etkilenim kaynağıdır.

Zaten genel olarak rock janrının içindeki tüm türlere baktığımız zaman bir şekilde thrash metal ile belirli bir etkileşim içinde olduğunu görürsünüz. Şimdinin piyasayı kasıp kavuran death, black, metal-core, grunge ve hatta elektronik müzikte  thrash etkilenimleri duymak mümkün. Sözü thrash dünyasının duayenlerinden Exodus’a bırakırsak:

“Death metalde varız, black metalde de . Şimdi çıkan gruplara bakın hepsinde thrash metalde bir parça görürsünüz. Thrash metal olmasaydı bu türlerin oluşabileceğine inanmıyorum. Grunge ve günümüz punkında bile thrash etkilenimlerini duyarsınız. İnanmayan gidip Sum 41’a kulak atsın”

Kısa bir duraklama dönemi sonunda üzerindeki ölü toprağını atan extreme tarzların atası  thrash metal  bu sene dolu dizgin geliyor Exodus, Sodom, MetaL Church ve Slayer başta olmak üzere bütün thrash grupları  delirtici albümler ile geri dönüyorlar. Bu yıl thrashin yükselişi olacak.

Sözün özü 80’lere damgasını vuran ve günümüzde dahi rock müziğin her alanında varlığı hissedilen thrash metale kısaca bir bakış yaptık. Unutulan tüm efsane gruplardan özür dilerim.

PLAYLIST: Megadeth-“Peace Sells”, Death Angel-“Act III”, Slayer-“Seasons in Abyys”, Machine Head-“Burn my Eyes”, Overkill-“Horrorscope” ve “Years of Decay”, Metal Church-“Live”, Metallica-“Ride the Lightning”, Artillery-“By Inheritance”,Kreator-“ Pleasure to Kill”, Sepultura-“Beneath the Remains”, Annihilator-“Set the world on Fire” , Anthrax-“Among the Living”, Testament- “Practice what you preach” Metallium-“Suffer”, Pentagram-“Pentagram”, Destruction-“Antichrist”, Voivod-“Live”

 

Baran Şahin

7 comments

  1. Doruk Tozluyurt 9 Ağustos, 2012 at 10:10 Cevapla

    Eleştirime başlamadan önce, sayfanız tamamen Pasifagresif'ten çalınan başlıklarla dolu. Neyse konumuza gelelim. Tamam arkadaşım, haklı olduğun yerler var vs. ancak sen sıçmış batırmışsın. Slayer'ın "Divine Intervention", "Diabolous in Musica" ve "God Hates Us All albümlerinin core destekli albümler olduğunu söylüyorsun. E o zaman siktir git core dinle. Sen kimsin de Christ Illusion'a bok atıyorsun? Adamlar Dave'den sonra üç tane vasat albüm yapıyor, sonrasında the Christ Illusion'da eski thrash'e geri dönüyorlar. Bak lütfen bir "Bloodline" dinle sonra the "Jihad" dinle. O zaman anlarsın farkı. Neyse. Bir diğer konu grupların thrash metal'dan uzaklaşması, türlerinin değişmesi hakkında yaptığın yorum. Bak arkadaşım, şöyle bir gerçek var; türler gelişir ve hep aynı müzik yapılması zorunlu değildir. Ayrıca bir thrash dinleyicisinin yaptığı yoruma herkes katılmak zorunda mı? “Bu turne sonunda gruplar ne yaptı peki? Koca ağızlı Charlie ve grubu solistlerini kovdu ve iki sene sonra çok farklı soundda bir albüm olan “Sound of white Noise” ile geldi. Megadeth asla ve asla “Rust in Peace” I aşmaya çalışmadı ve her albümde daha the kötüleşti. Slayer hepimizin favorisi Dave Lombardo’yu şutladı ve her biri birbirinden kötü albümler yayınladı. Testament “The Ritual” ve “Souls of Black” isimli iki rezalet albüm yayınladı. Biraz the suçu kendilerinde aramaları lazım" Bu ne şimdi? Bu ne? "The Ritual" ve "Souls of Black" kime göre rezalet, neye göre rezalet. Ayrıca R.I.P.'i aşmak nedir abi? Sizin durumunuz ciddi ciddi kötü. Yazı her ne kadar 2006'da yazılmış olsa da, edit'lemediğin için geçerliliğini hala korumakta. Ayrıca Megadeth her albümde kötüleşmiş ve So Far… the kötü bir albüm imiş. Akıl sağlığın için endişeliyim. Sizin gibi poser insanlar, popüler şarkılar dışında kalan binlerce şarkıyı siktir eder, "mastır of papıtz dinliyorum metalci oldum xD" diye gezer. (Sadece Megadeth içi değil.) Ayrıca, Sepultura'nın Cavalera'lardan sonra iyi veya kötü olduğunu senin değerlendiremeyeceğin gibi, re-union olacağını söylemen de ayrı komik. Birincisi, Sepultura'nın 2006'da the üyeleri vardı. Ha orjinal kadro re-union olacak desen anlarım da, uçmuşsun sen. Ayrıca Annihilator'ın zaten iki tane E.P.'si var, ve ikisinin de adı Phantasmagoria değil. Phantasmagoria, Never, Neverland'den bir şarkı sadece. Ayrıca "“ülkem için ne yapabilirim diye sorma, ülkem benim için ne yapabilir diye sor” diye çevirdiğin sözler Five Magics'e değil, Take No Prisoners'a ait. Hadi iyi günler sana.

  2. Serhat Başpınar 9 Ağustos, 2012 at 10:19 Cevapla

    sadece megadeth kısmını okudum. risk gibi başarılı albüm yayınladılar cümlesini okuyunca the kapattım.

  3. Baran Sahin 17 Ağustos, 2012 at 17:07 Cevapla

    Öncelikle selam hepinize, çete olarak toplanıp gelmişiniz sayenizde Mirc günlerine döndük. Küfürlü yorumlar tarafımca bizzat silinmiş olup diğerlerine yazının yazarı olarak dilim döndüğünce cevap vereyim. İlk ve tek rahatsız edici konu Pasifagresif'ten çalınan başlıklar ithamı… Ahmet, Ayşenur başta olmak üzere tüm ekibi yakınen tanıyor ve saygı duyuyorum hatta geçmiş dönemde internet yokken Ahmet ve Ayşenur ile fanzin yapma planlarımız bil vardı, bak sayende herkes buradan öğrenmiş oldu…. İnternet ortamı gibi insanların nicklerin ardına sığınıp her türlü sövgüyü esirgemediği ve emek hırsızlığının gırla gittiği dönemde biz senelerdir isimlerimiz ile nicke sığınmadan yazıyoruz. Çalmak dersen haber kaynaklarımız hepinizin SMN News, Blabbermouth, Total Rock, Metal Sucks olunca ve aynı gündemi takip edince benzer haberlerin aynı dönemde yayına girmesi doğal, ama çalmak dersen orada dur derim, Pasif Agresif ya the x bir siteden haber alacak olursam altına kaynakçada belirtmeyi ihmal etmem.

    Megadeth uyarın içinde teşekkür edelim, o dönem gözden kaçan şarkı sözü alıntılamayı (ki büyük eşeklik) en kısa zamanda düzelteceğim, yazıdaki diğer tasis hatalarıyla beraber, işin içine iş hayatı girince kendine ayırdığın zaman gitgide azalıyor. Geri kalan yerler ise tamamen subjektif kriterler ve yazımda zaten fazlası ile subjektif bir yazı, umarım ilerleyen zamanda "metal aşkın" hiç hız kaybetmeden devam eder 🙂 Ben militan metalcilik günlerimde onlarca daha sonra tapacağım albümü at gözlüklerim yüzünden dinlemedim, şimdi pozer (!) oldum çok mutluyum.

  4. Özgür Özçınar 17 Ağustos, 2012 at 17:31 Cevapla

    Doğrusu Doruk kardeşime hiç bir yorumda bulunmayacaktım – yazı senin Baran – iyi de cevap verdiğini düşünüyorum ama fazla önem buyurmuşsun eleştirilere… Arkadaşın üslubu kötü.

    Pasifagresif'ten başlık çalmak olayına takıldı gözüm…

    Rock Vault şu anda Dünya ile aynı anda seçilmiş (buna editöryel tercih diyoruz, her sanatçı ve topluluğa yer veremeyiz, kaliteliyi de pek iyi algılayabiliriz) haberleri ilk önce Facebook ve Twitter'dan duyuran en hızlı ve en güncel yerli punk/rock/metal haber sitesi konumuna kavuşmuştur. Haberlerimizi haftalık olarak sosyal medyadan alıp sitemize ekleriz. Kaynaklarımız: BLABBERMOUTH, BW&BK, HÜRRİYET, METAL HAMMER, METAL INJECTION, METAL UNDERGROUND, NOISECREEP, PUNKNEWS, SMNNEWS, TOTAL ROCK ve sosyal çevremizdir. Pasif Agresif bu kaynakların bir veya birkaçını kullanıyorsa "ya the onlar bizden alıyorsa" ne yapalım Baran? (hahaha şaka yapıyorum 🙂

    Pasif Agresif sitesinden arak yapmak, konu bulmak gibi bir ihtiyacımız olmayan bir derdimiz mi olmuş? Bu siteye yıllar önce girdiğimi hatırlıyorum. İçindeki kişilerle bir şekilde tanışırız ve onların Doruk kardeş gibi düşündüğünü sanmıyorum… Bana göre en güzel site bizim site. Daha ötesi yok kim ne derse desin. Kendi işimin ukalasıyım.

    Ha bu arada neden Pasif Agresif bir Lana Del Rey, Dead Can Dance gibi isimlere yer vermiyor? Bizlerin rock-metal şartı yoktur Doruk, müziği geniş dinlemeye gayret eder ve uygun görürsek sitemizde de yer veririz. Bu bizim özgünlüğümüzle ilgili bir durum olmasın?

    Sitemizi ziyaret ettiğin için teşekkürler Doruk. Baran seninde yeni yazılarını bekliyoruz. Yazın 6 yıl sonra okunacak kadar ilgi görebiliyor ;).

Leave a reply

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.