Bakmayın siz nice grupların "Heavy Metal is Law" dediğine... bunun doğrusu "Heavy Metal is Love" dır. Iron Maiden benim için ilk aşk, ilk sevgili gibidir. Bacak kadar çocukken Donington görüntülerini Rock Market'te izlemem ile başlayan ilişkimiz Adrian Smith'in ve Bruce Dickinson'ın ayrılması ile darbeler yese bile "Fear of the Dark" albümüne dek sürdü. "Fear of the Dark" ile noktalanan ilişkimizi 95 yılında "X Factor" ile tekrar başlatmaya çalışsak da sonu yine hüsran oldu ikimiz içinde. Gerçek hayran olmanın en öncelikli kuralı taptığın grup kötü albümler çıkartırken bu albümleri beğenmediğini açık yüreklilikle dile getirebilmektir. "Live After Death" gibi bırakın metali dünya müziğine damgasını vurmuş bir grubun her sene averaj konser kayıtları ile bizleri oyalamasını; "Piece of Mind", "Powerslave", "Seventh Son of Seventh Son" gibi bu dünya dışından albümlere imza atan grubun bizleri "Virtual XI", "Brave New World" gibi albümlere imza atmasını hep yadırgadım durdum.
The Reincarnation of Benjamin Bregg klibi nete düştüğü anda taraflı tarafsız her metal dinleyicisi arasında küçük çaplı bir infial yarattı. Uzun zamandır hiçbir Maiden albümünün yaratmadığı büyüklükte bir heyecan dalgası idi bu... Kemik gibi bass gitar sounduna sahip, oldukça modern gitar tonları ile Maiden çok çok uzun bir süre sonra ilk kez risk alıyor, yenilikçi kimliği ile karşımıza çıkıyordu. Şarkıyı ilk dinlediğim anda hep hayalim olan albümün bir yansımasını buldum adeta (gerçi bütün olarak bakarsak albüm geneline bu tespit geçersiz) Bruce Dickinson ile beraber kaydedilen X-Factor Bölüm 2... Albüm The Reincarnation of Benjamin Breeg in hemen ardından internete düşen üç şarkıdan bir olan Different World le açılıyor. Klasik hızlı tempo Maiden başlangıç şarkılarından, nakarat kısmı oldukça akılda kalıcı ve coşturucu. Turnenin açılış şarkısı olması muhtemel; lakin 5-6 sene sonra Maiden klasikleri arasında sayılacağından şüpheliyim. Bunun yanında ilk nete verilen dört şarkıyı dinlediğimde ilk single olur dediğim şarkını seçilmemiş olması beni özellikle mutlu etti nitekim Maiden'ın ilk single seçimindeki alışılageldik başarısızlığını kırdığını görmek ayrı güzellik. "Different World" un hemen ardından gelen şarkı ise These Color Don't Run albüm genelinde özellikle intro kısımlarında sıklıkla göreceğimiz tarzda akustik intro ile açılıyor; epik tarzda ve orta tempo giden parçada tüm Maiden klişelerini gördüm demeye başladıktan hemen sonra üçüncü dakikadan sonra şarkı kimlik değiştiriyor. Kısa ama vurucu bir solonun ardından giren enstrümantal kısımlar tek kelime ile mükemmel; Maiden üç gitara geçtiğinden beri ilk kez bu albümde üç gitar böylesine başarılı kullanılmakta. Bunun yanında bırakın şarkıyı albümün genelinde Steve Harris'in "bu grupta hala lider benim" diyen kemik gibi bir bass tonu var. Tool-vari girişi ile pek çok Maiden hayranın şoka sokan Brighter than the Thousand Suns albümün saklı hitlerinden, kesinlikle çok güçlü şarkı. İnsanın tüylerini diken diken eden gitar rifflerine Dickinson'da o eşşiz enstrümanı, gırtlağıyla mükemmel bir şekilde eşlik ediyor. Gitar sololarından liriklerine kadar olağanüstü bir işçilik söz konusu. Bunun yanında dördüncü dakikada gitar solosundan sonra gelen kısım oldukça kışkırtıcı ve saldırgan. Gitgide güzelleşen albüm klasik Maiden gitar oyunları ile süslü ve yer yer Ortadoğu melodilerini barındıran The Pilgrim eminim Türk metal hayranlarının gönlünde ayrı bir yer edinecek.
The Longest Day nedense albüm genelinde ısınamadığım tek şarkı, 04.51'de başlayan müthiş gitar partisyonlarına ve güzel solosuna rağmen alışamadım bu şarkıya; sanırım en büyük sebep parçanın 8 dakikaya yakın süresinde tansiyonun şarkının geneline yayılmaması. Out of the Shadows ise bence albümün en başarılı ve en farklı çalışması. Bana Bruce Dickinson'ın "Tears of Dragon" zamanlarını anımsattı, eminim pek çok Maiden hayranı da benimle aynı görüştedir. Şarkının iniş ve çıkışları, akustik gitarın ve arpejlerin başarı ile kullanımı ve akılda kalıcı nakaratı ile tek kelime ile evladiyelik bir şarkı. Kesinlikle Maiden'ın olgunluk dönemi klasiklerinden. Günlerdir dinliyorum ve yakın zamanda dinlemekten bıkacağımı da düşünmüyorum. "The Reincarnation of Benjamin Breeg" yıllar sonra Maiden ile beni barıştıran şarkı olma özelliği ile kuşkusuz unutulmaz hitlerim arasına girdi. Şarkıya dair bulunabileceği tek şikayet intro ve outro kısımlarının uzun tutulması, ama ustaca yazılmış solo gitar partisyonları ve olağanüstü güzellikteki, modern gitar riffleri ile şarkı sizleri alıp götürmekte. Maiden'ın kulaklarımıza verdiği şölen bass gitar arpeji le açılan Greater Good of God ile devam ediyor. Şarkı içinde yaşanan iniş çıkışlar, hüzünden başkaldırıya dek onlarca duyduyu bize yaşatıyor. Steve Harris'in gümbür bass gitar vuruşlarını Smith, Murray ve Gers üçlüsü ustalıkla süslerken son dokunuşu ise Bruce Dickinson yapıyor. özellikle altıncı dakikadan sonra başlayan gitar şölenini dinlerken bizlere düşen Maiden gibi bir grubun varlığına teşekkür etmek sadece. Lord of Light inişli çıkışlı temposu ve özellikle 05.21 de başlayan gitar solosu dinleyicilere hoş anlar vaat eden başka bir çalışma. Albümün kapanışını ise The Legacy yapıyor. "The Legacy" Maiden'ı progressif köklerini ve başlangıçtan bu yana aldığı mirası ne derece layığıyla taşıdığını gösteren bir parça. Açılışta Dickinson'ın fısıldar vokalleri, insanın ruhunu okşuyan gitar arpejlerini süsleyen bass gitar dokunuşları ve koro görkeminde nakarat kısımları ile kesinlikle çok ama çok görkemli. Albüm şanına yakışır bir şekilde kapanıyor. Maiden yıllardır yapmadığı güzellikte karşımıza gelmiş bulunmakta; hiç bir rock dinleyicisinin kayıtsız bu çıkışa karşılıksız kalmaması gerektiğini düşünüyorum. "Seventh Son of Seventh Son" sonrası çıkmış en nitelikli ve en dolu Iron Maiden albümü karşımızda, kapıdan girmeye hazır mısınız?