1986 senesinin yılbaşı akşamı; toplanma yeri çocukluğumun hergününde olduğu gibi klasik. Dedemlerin evi her sene olduğu gibi yine süslenmiş, sofrada en arasan mevcut ve henüz ana sınıfında okuyan ben ve kardeşimi esas heyecanlandıran yılbaşı, kutlamadan ziyade Almanya’dan seferden dönen dedemin bizlere getireceği He-MAN serisinden oyuncaklar. çok kanal alternatifimizin olmadığı yıllar malumunuz; TRT yılbaşı eğlencesine talim herkes. Arada bir parmak bal çalarcasına yabancı müzik klipleri dönüyor. Bir anda görünüşleri ve saçlarıyla o zamanın kült dizisi Güzel ve çirkin’den çıkmışa benzeyen ve müzikleri Denver The Last Dinasour’u andıran (80’lerin tüm kült dizilerine ve çizgifilmlerine selam olsun buradan) adamlar fırlıyor sahneye; saplı mikrofon ayağını çevire çevire şovunu tamamlıyor ve bizim aileye yeni bir kabus peydah oluyor.
Her canım sıkıldığı an MFÖ ve Barış Manço’ların yanında artık “Mikrofonu Ters Tutan Adamlar” ı da dinlemek istiyorum. Ortanca dayımın arşivinde bulduğumuz kasedin üstünde ise “Europe – Final Countdown” yazıyor. Zaman içinde müzikal yelpazem genişledikçe Europe bana eski tadı vermez oluyor ve nitekim 90’lı yılların başında Seatlle’dan esen Grunge rüzgarının piyasayı darmadağın etmesi ile Europe’da tarihin tozlu sayfalarına gömülüyor.
2007 yılında garip bir şekilde extreme müzik piyasasından atak beklerken şapır şapır dökülen extreme gruplarına karşın (bknz Aborted, Leng T’CHE) iyi müziğe hasret dinleyicilerin yaralarına merhem hard’n’heavy gruplarından geldi. 2004 yılında “Start from the Dark” ile geri dönen Europe bu kez “Secret Soiety” ile karşımızda. Albümü dinleyecekler için ilk önerim “Final Countdown” ve o zamana dair pop-metal soundunu unutmanız. Zira karşımızda çok sağlam, çok yaratıcı ve çok modern bir hard rock şaheseri var. Albümün açılış şarkısı “Secret Society” damaklarda son dönem Bon Jovi ve Velvet Revolver vari bir tat bıraksa da hemen arkasından giren “Always Pretenders” dinamik yapısı ve John Norum’un oldukça başarılı solosu ile türün hayranlarının yüzünü güldürüyor. “Love is not the Enemy” oldukça başarılı nakaratı ve yüksek temposu ile albümdeki favori şarkılarımdan. Albümde tempo blues tınıları içeren ve Norum imzalı kısa ama çok keyifli bir solo içeren “Wish I Could Believe” ile düşerken; mükemmel riffler üzerine kurulu “Let the Children Play” ile tekrar gaza basılıyor. Alice Cooper “Lost in America” şarkısına taş çıkartacak muziplikte sözlere, dehşetengiz bir soloya ve ikinci verse hemen sonra çocuk korosu destekli nakarata sahip şarkı kesinlikle albümün en iyisi. “Human After All” ve “Gateway Plan” gibi tempolu iki şarkının ardından grup “Mother’s Son” ile birkez daha vites küçültüyor.
“Brave and Beatiful Soul” ve “Devil Signs the Blues” ile tekrar gaza basan grup albümü oldukça başarılı şekilde sonlandırıyor. Joey Tempest’in şahane vokali, John Norum’un albüm geneline başarı ile yaydığı soloları ile Europe Bon Jovi’nin yıllar yılı deneyip de yapamadığı şeyi başarı ile önümüze koyuyor:
“Modernize edilmiş Hard Rock”
Her saniyesi türün sevenleri adına keyifli anlar dolu bu albümü kaçırmamanızı öneririm. Ekim 2006 da raflara düşen bu albümü edinmek için hala geç değil.