Küçük Şehir Masalları (2. Bölüm)




Bazı yazılar vardır; defalarca başında oturulup tekrar ve tekrar düzenlenmesine rağmen bitiril(e)mez. Yazıp beğenmediğin onlarca girizgahın olduğu not kağıtlarının, sayfaların kaderi buruşturulup atılmak olur (kabul bilgisayar hayatımızın her alanını işgal ettiğinden beri buruşturup atmak yerine "Shift" + "Delete" kombinasyonunu kullanıyoruz hepimiz) 2006 yılı başında yazdığı "Küçük Şehir Masalları" defalarca devamı için klavye başına oturduğum ama defalarca da vazgeçtiğim bir yazı. Kolay değil tabi ki hayata damgasını vuran bir dönemi layıkıyla anlatmak, bunun yanında olayın kahramanların mahremiyeti ve yazıda yer almak istemeyişlerine de saygı duymak gerek...

 


 

İkinci kısımda ilk masaldan daha öncelere, 90'ların başında İstanbul'a dönüyoruz. Metal müzik türevlerine gönü verenlerin tüm o yokluk ve baskı zamanlarında adeta bir kömün düzeyinde yaşadığı günlere... Daha önce belirttiğim üzere kişisel tarihimde olayın başlangıcı Europe ve Maiden olsa da olayın kopuş miladı Pentagram - Pentagram albümüdür. Basketbol antremanları sonrası uğranması farz Atrium alt katında başlamıştı beyaz kapaklı albümle aşkımız. Son dersi kırıp okul servisi arka koltuğunda yaşanan ritüellerde ilk notanın girişi ile şiddetli bir aşk başladı. Müzik o kadar sertti ki o zamana dek duyduğum herşeyden çok farklıydı. Bizden bir kuşak büyük abilerimizin o yıllarda yaşadığı ve daha sonra yazdıkları bir ritüel vardır. Birisi "Dessstrrrudddoooo!!!" diye can hıraş bağırınca karşı taraf "No Exittttt!!" diye cevabı yapıştırırmış; bizde ise aynı ritüel "Rottennnnnn" ve karşı tribünden gelen "Dogggssss" ile devam ederdi. Abartıyor olabilirim belki ama malum albümü yedi senelik orta okul / lise yaşamı boyunca hergün dinleyen birinin satırlarını okuyorsunuz. İlk albümü hatmetmişken yine malum abilerden ve dergilerden Trail Blazer ın övgülerini duyup duruyor, ilk albümünde böyle etkili olan grubun ikinci albümünde neler yapabileceğini hayal edip duruyorduk. Ama bir sorun vardı, Trail Blazer piyasada bulunmuyordu ( hala da bulunmuyor sanırım)

Derken kutsal topraklar diyebileceğim Bakırköy'de baterist Cenk abinin dükkanını keşfettik. Orta okul veledi olarak hışımla içeri girmiş, Trail Blazer'ı sormuştum. Olmadığı cevabını alınca çocuk yırtıklığıyla kendi dükkanlarında bile olmayışına fazla öfkeli bir tonda isyan edince Cenk abi daha sonradan ezberlediğimiz babacanlığı ve tevazusu ile sebepleri açıkladı neden albümün bulunmadığını... Daha sonrasında uzunca bir süre sadece kaset çektirmeye uğrayıp durduk dükkana. Darbe sonrası yetişen kuşak duygularını rahat ifade edemezdi; anlatamazdığımız nice aşkların yanında hayranlıklarımızı da gizledik alay konusu olma korkusuyla...

Müzikal zevklerimiz thrash metal ekseninde şekillenirken en büyük yol göstericimiz Cenk başta olmak üzere "abilerin" çektiği kasetler idi. 60 ve 90'lık olmak üzere iki farklı format olup en çok tercih edilen ve cemaat içinde sahibine en büyük prestij sağlayan 90'lık kasetlerdi. ( "Orjinal albümlerden, emeğe saygıdan bahsetsene birader" diyen tez canlı kardeşlerime cevabım o yıllarda orjinal albümlerin Maiden, Guns, Metallica ve Bon Jovi ile sınırlı olduğunu söylemek isterim) 90'lık kasetlerin sonunda kalan boşluğa da kasedi çekip satan abinin insafına ve pazarlama zekasına bağlı olarak aynı türden bir kaç gruptan parça tadımlık olarak eklenirdi. Bir nevi bak onu sevdiysen bunu da seversin restini gören bizlerin bir sonraki tercihi otomatikman şekillenirdi. Kısa bir süre sonra bizler lise heyecanı yaşarken Pena Müzik hala faaliyet gösterdiği Beşiktaş Sinanpaşa Çarşısına taşındı. Otomatikman dersane çıkışlarında adresimiz belli olmuştu. Pena Müzik'de en keyifli hatıra müzik üzerine sohbetlerdi, bunun yanında 96, 97 yıllarında çömez kontenjanından muhabbete akranlarımın en büyük şansı bir döneme damgasını vuran Şebek dergisinin doğumuna tanıklık etmek idi. Yıllar yılları kovalarken kasetlerin yerini CD'ler aldı; ama değişmeyen tek şey Cenk abinin albümlerin sonuna attığı kupleler ve öğrenci harçlığıyla müziğe aç bizlerin her zaman ona kalan borç bakiyesi (manevi borcu saymıyorum bile)

Üniversite sonrası başka şehre yerleşip uzunca bir süre orada kalınca hayatta çok şey değişiyor tabi ki, buna geçen yıllarla beraber eklenen hayat mücadelesini de ekleyin. Geçen yıllarda -o kapı kapı aradığımız Trail Blazer'da dahil- hiç bir Pentagram çalışması ilk albümün keyfini ve tadı vermedi ama kıyasıya eleştirsem de neredeyse ilk müzikal kahramanlarımın yaptıkları işleri her zaman takip ettim. Cenk Ünnü'nün Murat Çelik ile başladığı ve albüm sonrası dahil olduğu Ran senenin en hoş müzikal süprizlerinden biriydi bana. Sahnesini uzun süredir kovaladığım grubu ilk kez sevgili Murat Çelik'in daveti ile izledim. Uzun zamandır yaşadığım en keyifli konser olma özelliği taşıyan dinletinin en keyifli yanı Cenk abi ile özlem gidermek idi. Öyle ki sabaha karşı dördünde minicik kuliste yaşanan sohbetlerdir bu yazıyı yazdıran...

Daldan dala atlayan, "biz zamanında çok zorluklar çekerek metal dinledik" soslu bu yazıyı şu satıra kadar tahammül edip okuyanlara teşekkürler, ama en büyük teşekkür sevgili Cenk Ünnü'ye!

Baran Şahin

Leave a reply

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.