İstanbul’da, Ankara’da, Trabzon’da sayısız insan hikayesi vardır. Birbirinden tamamen habersiz, farklı yaşam tarzına ve gelir düzeyine sahip onlarca “kaybeden” adayı, bu müzik ile kendini bulmuş, isyan, mücadele nedir hepsi bu müzikle öğrenmiştir. Bu da Edirne’den bir grup rock’çının hikayesi... |
İlköğrenim süreci boyunca bize öğretilen kompozisyon ve öykü şablonu bellidir; giriş kısmında öyküye konu olan kahramanlar tanıtılır kısaca, gelişme bölümünde kahramanların öyküleri anlatılır, sonuç kısmında ise öykü bir sonuca bağlanır. Ama her öyküde birşeyler eksik kalır, anlatılmayan o kadar çok kısım vardır ki...
Özellikle bu bir mücadele öyküsü olursa eğer. Bir şekilde 80’li yılların sonu, 90’ların başında yolunuz rock/metal müzik ile kesiştiyse bu zaman dilimi sayısız zorluğu, sayısız insan hikayelerini bünyesinde barındırır.
Öncelikli olarak kolej gençliği tarafından geçici bir moda olarak sahiplenilen bu müzik bir süre sonra -daha doğrusu, kolej gençliği hevesini aldıktan sonra- gerçek sahiplerine iade edilmiştir. İstanbul’da, Ankara’da, Trabzon’da sayısız insan hikayesi vardır. Birbirinden tamamen habersiz, farklı yaşam tarzına ve gelir düzeyine sahip onlarca “kaybeden” adayı, bu müzik ile kendini bulmuş, isyan, mücadele nedir hepsi bu müzikle öğrenmiştir. Sistem karşıtı olmayı bizler Dave Mustaine’den, Sacred Reich’tan öğrenirdik, ilk aşk acılarımızda başvurduğumuz kaynak hep rock balladları idi. Dünyanın bir ucunda bizle aynı şeyleri hissedenlerin olması o kadar önemliydi ki...
Kramp’ın basçısı Nezih ile yaptığım bir röportajda: “Müzik bizler için deşarj olma yoludur; bir ilaçtır; müzik olmasa hepimiz delirir, ölürdük” demişti. Haklıydı da. Bu müzik ben ve benim gibi yüzlercesi için çıkış yoluydu.
Edirne ve ‘Cadı’
Klasik yazım kurallarının dışına çıkmadan hikayenin kahramanlarını tanıyalım isterseniz. Türkiye’nin en batı ucunda Edirne’de rock/metal müziği yaymaya çalışan adamın adı Hacı idi. Bu onun gerçek ismi mi, yoksa lakabı mı diye sormayın; hiçbirimiz bilmedik. Yirmili yaşlarının son yıllarını yaşayan kahramanımız ucuz sigaradan çatallaşmış sesi ile durmadan gittiği, gitmek istediği konserleri anlatırdı bize. Şimdi hikaye gibi gelen, trenle gidilip konser alanının önünde sabahlanan konserleri. Gittiği bütün konserlerin biletlerini bir altın madalya misali barın üstüne gerdiği ipe asar, ele güne karşı gururla sergilerdi.
Diğer kahraman Ceyhun, öyküde ikinci adam rolündeydi. Sessiz sakin mizaçlı olup yarışmaya Bandırma’dan katılıyordu. O kalıplaşmış sakinliğini kırdığı tek gün, barın son demlerini yaşadığı zamanlarda İstanbul’dan getirdiğimiz orijinal Slayer albümünü gördüğü zamandı.
çanakkale’den gelen Recep’in tek hayali konservatuara girmekti. Her akşam bizlere gözleri ışıldaya ışıldaya çalıştığı gitar egzersizlerini anlatır; o sene muhakkak kazanacağını söylerdi. Asla giremedi konservatuara, giremeyecekti de... Beline kadar uzun saçları ve elindeki akrep dövmesi, konservatuar kapılarını onun yüzüne daha açılmadan kapatmıştı.
Bu üç adam ve onlarca insanın yolu Cadı isimli, en fazla beş masa alan kutu gibi bir barda kesişmişti. Her akşam yoklama verir gibi orada buluşurduk. Sol tarafımızda “Muhabbet Olsun” vardı; eski solcular ve solcu öğrenciler orada toplanır Cem Karaca, Ahmet Kaya şarkıları ile coşardı. çok geceler Cadı’da bira bitince hepimiz kalkar geceye orada devam ederdik. Sağ yanımızda ise eski “Afrika” vardı, o dönem devamlı çalan türküler pek ilgi alanımıza girmezdi nedense. En ilginç simalar ise üst katımızda idi. Trakya’nın en belalı mahallesi sayılan “Kemikçiler”in gençleri orda toplanır ve demlenir; nedense hiçbir zaman bize bulaşmayı düşünmezlerdi. Hatta kimi geceler merak eder, aramıza katılırlardı.
Cadı, müziğini -o yıllar için bile gayet ilkel idi- kasetten çalardı. Şarkı arası geçişler, uygun şarkının ayarlanması da hesaba katılırsa yaklaşık beş dakikayı bulur; bu sürede biz müdavimler masada gündemin kritiği, ilişkiler, yanıbaşımız Yunanistan’da yapılan festivaller ve müzik üzerine sohbete dalardık. Yer yer durup İstanbul ortamını anlatırdım, herkes ilgi ile dinlerdi. Şimdi sorsanız o günleri hiçbir şeye değişmem. Herkesin bir şarkısı vardı mesela, o müşteri bara girerken ve çıkarken o şarkı çalınırdı. “Holy Diver” her dinleyişte bunun için içimi acıtır.
çok geceler barın kapanış saatlerine takılan muhabbet sokaklarda devam ederdi; bazı geceler ortam o kadar keyifli olurdu ki, Hacı bir anda barı Recep ve Ceyhun’a emanet edip kaybolur; bir süre sonra elinde bir kesekağıdı dolusu beyaz leblebi ile döner ve masalara dağıtırdı. “Madem festivallere gidemiyoruz, o zaman kendi festivalimizi yaparız” demiştik bir gün. Kutu gibi bara davul seti kuruldu ve her Cuma açık sahne uygulamasına başlandı. Enstrümanını kapan bara geliyor birş eyler çalıyordu; çıkan kuru gürültüydü. Ama hep beraber inanılmaz eğlenirdik.
2000 Abraxas konseri
2000 yılının baharında Edirne, tarihinin ilk metal konserine tanık oldu. İstanbull'u speed/thrash grubu Abraxas ve Cadı karması, Trakya üniversitesi bahar şenliklerinde ortalığı salladılar. Şehir dışında ilk konserini veren Abraxas karşılaştığı coşkulu kitle karşısında büyülenmiş, sık sık konseri keserek: “İstanbul, İzmir, Edirne, Mardin farketmiyor, yaşasın heavy metal coşkusu, her yerdeyiz!” çığlıkları atıyordu. Fakat bu coşkuya ve adrenalin patlamasına hazır olmayan arkadaşlar arasında ciddi kavgalar patlak verdi. Aynı akşam Cadı’da Abraxas tayfası ve kavgada taraf olan kişiler, oturup şarkılar eşliğinde bira içecekti.
Rüzgar tabii ki her zaman olumlu taraftan esmiyordu. Farklı akımlar popüler hale gelmeye başlamıştı. Dinleyici kitlesi değişiyor; “Cadı” bu kitle için demode geliyordu. Ayakta kalmak için en azından belli günler bu kitleye uygun müzik çalınmalı idi, bu kararı müdavimler toplanıp arasında almıştı. Arşivindeki en yeni kaset 1988’e ait olan Hacı bekleneni yapıp bu kararı şiddetle veto etti. Günden güne boşalan masalar ve çoğu gece beş sadık müşteri ile kapatılan akşamlar sonunda onun da fikrini değiştirdi; etliye sütlüye dokunmamak şartını kabul etti.
Cadı’nın tabutuna son çiviyi çakan da o gece oldu. “Alternatif Party” yazılı afişleri tüm müdavimler el birliği ile astı, dağıttı. O gece Cadı hiç dolmadığı kadar doldu, hiç tüketilmediği kadar içki tüketildi. Herkes mutlu idi. Bir kişi hariç...
Gecenin en coşkulu anında zaten beş karış suratla dolaşan Hacı bir anda müziği kapattırıp içerideki bütün yeni müşteriyi kovdu. Böylelikle üniversite ile olan tüm organik bağlar kopartılmıştı. Her geçen gün kötüye giden işler yakında beklenen kapanışın olacağının sinyalini veriyordu, ama hepimiz oraya sahip çıkmaya çalışıyorduk.
Bir pazartesi gecesi hiç olmadığı kadar eğlendik 15 insan, masaların üzerinde kafa salladık, yeni parti planları yaptık. Hiç olmadığı kadar mutlu ve umut doluyduk. Sabah kalktığımızda Cadı’nın komple boşaltıldığını gördük, içeride tek bir sandalye bile kalmamıştı. Umudu kesene dek birkaç akşam boyunca 4-5 müdavimin mekanın önünde dolaştığını hatırlarım hep gülerek...
Bizim öykü böyle bitti. Ceyhun memleketine döndü; Recep ise bu seneye dek konservatuar sınavlarına girmek için hazırlanıp durdu, sınava giriş ücretini toplamak için orada burada çalıştı. Duydum ki son başarısız girişim sonrası askere gitmeye karar vermiş. Hacı’dan o akşamdan sonra haber alınamadı. Kimisi çanakkale’ye yerleştiğini, kimisi ise Antep’te marangozluk yaptığını söyler. Benim bildiğim bir şey var, o da nerede olursa olsun teybine her Eloy kasedi koyuşunda verdiği mücadeleyi hatırlayıp gülecektir; tıpkı diğer onlarcası gibi.
Malum yazı 21 Haziran 2006 tarihli Evrensel Genç Hayat Eki'nde de yer almıştır.