Hakan Nurcanlı

Hakan Nurcanlı

Rock Vault : Rock Vault'tan saygılar, sevgiler.. Hakan şu sıralarda neler yapıyor, günleri nasıl geçiyor?

HAKAN NURCANLI : Sualtı ve su üstü diye ayıralım istersen. çok genç yaştan beri free-diving (serbest dalış) ve sualtı balık avcılığıyla iç içeyim. Müzik ise hayatıma daha sonradan giren bir uğraş. Bunun için de hiç ders almadım, tamamen kendi kendimin öğretmeni oldum. Sonuçta her ikisi için de aynı azim ve titizlikle çalışmalarımı sürdürüyorum. Sualtı dünyasında istikrarla palet sallamaya devam ediyorum ve bunun üzerimde ciddi meditatif bir etkisi var. Karada ise ‘Fitness Productions’ etiketli Art Diktatör faaliyetleri tam gaz sürüyor. Eylül ayında İstanbul Bienal’inde uluslararası bir sanat projesi olan ‘The Triangle Project’ kapsamında hem live’larım olacak, hem de bir enstelasyon çalışmam sergilenecek. Şu anda bunlar için hazırlık yapıyorum diyebilirim. Tabi ki bunların hepsi kendimi coşkuyla ifade edebilmek ve tam bağımsız olabilmek için..

Ülkemizin ilk grind/death topluluğu Deathroom'un kurucularından olarak günümüzün yerli grind/death metal severlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Doksanlı yılların başından bu yana çok şey değişti öyle değil mi?

Günümüzde teknolojik imkanlar eskiye nazaran oldukça gelişti. Ayrıca artık sahne daha kalabalık.. Bugün ülkemizdeki grind-death grupları dünya standartlarında gayet bilinçli ve düzeyli ürünler vermekteler. Bence bu iş rayına girdi. Deathroom’a gelince.. Deathroom çok ağır ve karanlık bir dönem yine sert ve karanlık bir müzik yaptı. Ancak genel hatlarıyla asla bir metal grubu olmadı. Türü grind-death’le sınırlandırmak, grubun avangard ruhunu gölgeler diye düşünüyorum. Bu ruhun kattığı lezzeti de bilen bilir. 1994 sonu, en iyi halinde önceden kararlaştırıldığı üzere son kez sahne aldık (12 Kasım 1994/ Mandala/diğer gruplar Metalium ve Carnate). Bunun hala çok yerinde bir karar olduğunu düşünüyorum. Bugün Deathroom bir efsane ama hayal ürünü değil..

Asafated'ın iki parçadan oluşan '94 tarihli "Humanity Landscape" isimli demo çalışmasında pena sallamıştınız. O zaman ki Tanju, Atilla ve Muzaffer birlikteliği nasıldı?

Evet, 1994’de Asafated’la çaldım. Asafated, melodik yanı ağır basan bir gruptu ve o anlamda Deathroom’un zıttı gibiydi. Gruba gitar çalmanın yanında aranjman katkılarım da oldu. Muzo çok yaratıcı bir davulcuydu, müziği bırakması kötü oldu. Bunun dışında grupta Atilla melankolik, melodik kanadı temsil ederken, Tanju ise enerjik ve agresif bir stile daha sıcak bakıyordu.

Doksanlı yılların ortalarından sonra Neoplast grubu altında Art Diktatör adını aldınız. Lakap kullanmak ve bu lakabı seçme nedeniniz üzerine neler söyleyebilirsiniz?

95’de endüstriyel projelerle meşgulken bir lakap, hatta bir unvan gerekliliği doğdu. önce ‘H Warrior’ adını kullandım. Sonra ise ‘Art Diktatör’ adında karar kıldım. Hatta Mart 1995’de düzenlenen ‘Death Shall Rise’ festivalinde grubum Stage Terror’ün parçalarından biri ‘Diktatör’ adını taşıyordu. Bundan bir yıl sonra da ‘Art Diktatör’ adını almıştım. Yaşadığım atmosfer bende tamamen bir yabancılaşma efekti yaratıyor. Takdir edersiniz ki, isim de bunu yansıtmak zorunda.. T.C. nüfus kayıtlarında adım Hakan Nurcanlı olabilir ama ölümüne savaşılan diğer alemde adım Art Diktatör’dür. Sözde değil, özde de Art Diktatör’üm ben. Konsept, format, dayatma.. Kitlelere zulmedeceğim, deccalim ben! 666 sayısıyla işaretlenen (ilkokul numaramdı) seçilmiş kişiyim.

Neoplast'ta iken yine bir ilk yapmış, gothic/industrial/darkwave işlere imza atmıştınız. Seni grind-death metal işleriyle bilen kimseler bu birbiriyle örtüşmeyen tarzları görünce ne dediler?

Grind-goth hiç örtüşmüyor denebilir mi? Ben buna hiç katılmıyorum. Bu dünya düzeni sınırsız bir alışverişten ibarettir ve asla bir türle sınırlı değildir. Benim birikimime sahip, sahnede 18 yılı devirmiş bir insan mümkün olan en geniş yelpazede etkisini sürdürür. örneklemeyi sevmem ama; Pete Steele=Canivore=80’lerin hard-core grubu/Type o’Negative=90’larda gothic bir soluktu ve hala aktif.Dave Vincent= Morbid Angel. Daha sonra manyak fetiş şovlar sunan bir goth grubunda yer aldı. Laibach=İlk çıktığından beri bir albümü öncekine asla benzemez. Hakan Nurcanlı= Deathroom/89-94 grind-death band- Neoplast/97-gothic-industrial band ve bundan sonra yapacaklarımı düşünmek bile heyecan veriyor. İnsanlar hep ileri geri konuştu. Ne önemi var ki? önder benim. Onlar sadece takipçiler ve her zaman bir adım geriden gelmek zorundalar. Art Diktatör’ü ise ancak on adım geriden takip edebilirler. Burada şunu da ifade etmek istiyorum. Deathroom deyip duruyor insanlar. Zamanında neredeydiler? Deathroom=R.I.P. Benim adım Art Diktatör, kitabımda imkansız yazmaz…Yeni bir din geliyor, bir inanış, diriliş.Yeni bir gün doğuyor, bir uyanış, diriliş. Kafirler, firarda fareler misali…Bu yol, yol değil! Vizyonum söz konusu olduğunda kulaklarımı tamamen kapatırım!

UÇK Grind'a kurulduğunda gitarla, '06 yılında ise bas gitarla destek verdin. Bu grubun ilk günlerini ve şu zamanları düşünerek ne tür bir yol aldığını söyleyebilirsin?

Grubu 2000’de Tanju, ben ve Pedro Loco beraber kurduk. İlk zamanlar ve bugünkü UÇK arasında tabi ki farklar var. Bundan sonra da olacak.. Gelişme yaşam belirtisidir, evrimleşme süreci doğanın kanunudur. Ayrıntılara girmiyorum. Sonuçta T.C.’de UçK Grind varlığıyla bir renk katıyor. Tanju’nun hep hayaliydi, şimdi gerçek oldu. Bakırköy’ün desteğiyle yürürken, Bulgaristan bağlantılarıyla da Balkanlarda sesleri daha çok duyulacaktır. Sonuçta iyi ki varlar, yerleri ayrı..

9 Mayıs'ta gerçekleşen ilk solo konserinde heyecan durumun nasıldı? Genelde konserlerin nasıl geçiyor?

Evet, 9 Mayıs’ta Studio Live Technik’de ilk Art Diktatör solo live’ına çıktım. Elbette heyecansız olmuyor ama teknik olarak hiçbir pürüz yaşamadım. Gayet iyi geçti. Tüm live’larda sahne arkasına ekran istiyorum. Burada Fitness Productions etiketli kendi çizdiğim ucube çizgi romanlar ve illüstrasyonlarla tek kişilik şovuma destek sağlıyorum. Yaptığım müziğin kusursuz bir ucube şaheseri olduğuna inancım eksizdir. Art Diktatör konserleri sınırsız coşku ve azma amaçlı tertiplenmektedir. Bunlara azma mitingleri de diyebiliriz. Oyunuzu ucubeye vermeyin ama onu gelip izleyin. Dumura uğrayacaksınız!

Fitness Productions nasıl ortaya çıktı ve geldiği nokta nedir? İleride adını daha çok duyabilecek miyiz?

19 Mayıs 2006’da Neoplast, Indigo’da Whie Rose Movement’la sahne aldı ve o gece bir E.P. çıkardık. ‘Burning Bright’ - ki müzikal anlamda tartışmasız grubun en iyi albümüdür. üzerinde Fitness Productions etiketi vardır. İşte ilk tezahür orada cereyan etti. Fitness Productions, benim underground production şirketimdir. T.C.’de tamamen alternatif bir duruşu simgeler ve prestiji en yüksek düzeydedir (Her kim ki, o etiketi ister, görsün bakalım prosedür nedir? Sapına kadar harbi olmak zorundasın, çok sıkı bir dayanıklılık testinden geçmeden asla o etiketi hak etmezsin). Fitness Productions, zamanla iyice yırtıcı hale gelecektir. Adını kaçınılmaz olarak daha çok duyacaksınız çünkü arkasında Art Diktatör güvencesi var.. Skandallara gebeyiz.

Bu sene içinde solo çalışmalarınla kendi başına ayakta durmayı seçtin. Tek kişilik grup olma fikri aniden mi gelişti yoksa epeyce kafanda olan bir şey miydi? Yalnız kovboyluğun olumlu ve olumsuz yanları var mıdır?

1999’da Zihni Müzik’den çıkan Neoplast single (ki resmileşmiş ilk gothic-industrial iştir ülkemizde) sonrası grupta çözülmeler oldu. 1998’de 6 kişiyken, 1999 Kasım’ında tek tabanca kalmıştım. 1999-2000’de tamamen solo çalışma olan No Fear ve Gothic Gymnastic Culture adlı iki E.P. yaptım. No Fear E.P.’deki ‘Hissiz’ adlı çalışmam nereden gitti bilmiyorum ama Amerika’ya ulaştı ve internette bir sitenin playlistinde 80’lerin kült isimlerinin şarkıları arasında yerini aldı (Dead Can Dance, Bauhaus, Joy Division, Sisters Of Mercy, Gary Numan, The Cure ve daha fazlasının isimleriyle beraber). Adamlar beni listede Top 100’e sokmuşlardı. Bu dönemde birkaç kere Kemancı ve Ex-Bronx’da solo sahne aldım. Ancak Neoplast adını tarihe gömmek istememiştim ve afişlerde Neoplast yazıyordu. 2001’de grubun eski elemanlarından ikisi geri döndü. Daha sonra 2003’de grup yine bir kriz dönemine girdi. 2004 başında ben 6 hazır parçayla solo Art Diktatör’ün sinyallerini verdim ama Neoplast’da tekrar istikrar sağlanınca bu paket askıya alındı. 2007’de Neoplast tekrar duraklama dönemine girince, solo projemi su yüzüne çıkarma kararı verdim. Eğer kendinize ait bir tarz yaratmışsanız –bir ömür vererek!- tek başına olmak gayet havalı bence. Şu an yaptığım müzikte benden başkasına yer yok. Bu Art Diktatör’ün yaşam kavgasıdır, insanlar gelsinler ve görsünler..

Vokal, bas gitar, bateri programlama ve çizim gibi yaptığın şeyler arasında en çok hangisine güveniyorsun?

Bunların hepsi uzmanlık alanıma girer, hiçbirini ayrı tutmam. üç ayaklı kare masa gördün mü hiç?

Yanılmıyorsam dalında ünlü bir müzik grubu elemanı seni bu ülkede yaptığın müziklerden dolayı tebrik etmiş. Bu olayın gerçeği ve ayrıntıları nelerdir?

Alman endüstriyel grubu Das Ich, o sırada dünyayı turlarken bir yandan da gittikleri ülkelerdeki gothic hareketi belgeleyerek bir doküman hazırlıyorlardı. Tel Aviv konserinden önceki gece İstanbul’dan aktarmalı geçerken dört saat boşluğu değerlendirdiler. T.C.’de alemin en eskisi olduğumu duyunca, beni de görmek istemişler. İşin açılımı böyle… Evet, grup tarafından aynı gece iki kere elim sıkılarak tebrik edildim. Bu doğru. Bir İslam ülkesinde tam 10 yıl boş salonlara çalarak gothic-industrial kültürü inançla yaşattığım için.. Buruk bir mutluluktu. O anki samimiyeti hiç unutmayacağım.

Daha önceden dinlemeyen birine Hakan Nurcanlı club, death metal, psychobilly tarzlarını icra ediyor dersek ilk etapta hayretleşebilir. Bu tarzları yan yana yapan biri olarak bizlere müzik tarzlarının tek potada eritilmesi konusunda neler söyleyebilirsin? Her enstrüman çalana nasip midir dersin?

Benzersiz iş çıkardığım doğru. Sadece üretirken değil.. Bilenlere sorun, Art Diktatör Alman makineleri gibi çalışır. İnanılmaz bir öz disiplinim vardır. Aksi takdirde tam bağımsızlık, hayalden öteye gidemez. Tarz olarak da bu kadar ayrıksı olmak bana gurur veriyor. Club-death metal-psychobilly ya da industrial-death rock, bunlar biraz fikir verebilir ama bence tanım açısından yeterli değil. Bu arada bir albüm çıkarttım, adı ‘ölünün El Kitabı 2’. Bu konuda ayrıntılı bilgi MySpace adresimizde yer alacak. Bu bir meydan okuyuş, anti-müzik idolü kulak kanırtacak. Sevgili Tanju’nun da vakti zamanında belirttiği gibi ben bir ‘ekstrem müzik duayeniyim. Her zaman avangard duruşumu korudum. Ben bugün bunu yapıyorsam, er ya da geç gerekliliği ortaya çıkacaktır. Benim vazifem, her daim halihazırda bulunmayanı önce tasavvur etmek ve akabinde faal duruma getirmektir.

"REAL TURKOBILLY!" isimli imzanda anlatmak istediğin nedir?

O benim, neden mi? Ben tam bir rockabilly olduğuma inanıyorum. Turkish psycho-rockabilly=Turkobilly

İki defa baktıracak bir havaya sahip olduğun biliniyor. Nitekim dalyanlığın mevzu bahis olduğunda, zamanında Laneth dergisinin bir köşesinde bu konuda uzun süre yer aldığını biliyorum. Fiziğin yüzünden başından geçen ilginç bir anın var mı?

Havalı olduğumun bilincindeyim. ‘Poser’ olduğumu düşünenler varsa şunu bilsinler ki, sapına kadar haklılar. Evet, ‘poser’ın allahı karşılarında duruyor ama lütfedip biraz yakından tanıma zahmetine girerlerse görüntünün altındaki zenginliği ve doğruluğu da belki görebilirler. Kendime korkunç inanır ve güvenirim. Bu yüzden bu rezil dünyaya hala katlanıyorum. Evet, beni 6 ay üst üste Laneth dergisinin yakışıklısı seçtiler ve soyunmamı istediler. İşin arkasında kimlerin olduğunu biliyorum artık, ifadelerini aldım. Deathroom’un popüler olduğu zamanlar Beyoğlu’na çıkamaz olmuştum. Neyse geçti o günler.. Ben kadınları severim ama uzaktan.. öyle çekiştirmeye gelemem!

Profesyonel dalgıçlık dışında başka uğraştığın alanlar var mı?

Önceki sorularda uğraşlarımdan söz etmiştim.. Ne yaparsam yapayım, her zaman hayal gücümü katarım. Basmakalıplığa dayanamıyorum. Dalış ön plana çıktığı dönemlerde çok yorgun olabiliyorum ve diğer çalışmalar aksıyor. Müziğe fena kaptırınca da denizden uzaklaşıyorum ve bu beni hasta ediyor.

Bu röportajı yapmadan önce bazı kaynaklar senin müzikal anlamda "değerinin anlaşılmadığını" savundular. Sen bu konu hakkında ne düşünüyorsun?

Benim de böyle düşündüğüm anlar çok var ama ben oturup kendime acımaktansa tasarım-üretim faaliyetlerine zaman harcamayı tercih ediyorum. Hayat kısa; en verimli şekilde değerlendirmeyen eşektir derim.. Türkiye biraz aydınlanmaya karar verirse, ben ve benim gibi nice pırlantalar bu körleşmiş toplumun gözlerini kamaştıracaktır. Neyse; bırakalım da ucuz taklitler biraz daha keseyi doldursun. Gerçekten üretmeyip, sadece sömürenlerin kaçabilecekleri pek bir yer kalmadı.

Karakteristik özelliklerin nelerdir? Kendinde gördüğün olumlu ve olumsuz şeyler vardır mutlaka.. Başkalarının sana genelde "sen çok böylesin.." dediği sıfatlar nelerdir?

Hakkımda olumlu-olumsuz söylemler yoğunlaştığında şöyle derim: ‘İşte yine yakaladın olayı.’ Ama insan bunu yüzüne gözüne bulaştırmamalı. Benim için her zaman esas olan, kendi iç hesaplaşmalarımdır. Diğerlerinin ne dediğini fazla iplemiyorum. Kişi kendisine karşı dürüstse, yolunda yürür. Kendimde en beğendiğim yön; asla kolay evet demem. Hayır dersem, kesinlikle hayırdır. Kendimde en fazla gözüme batan yönüm; biraz fazla sert olmam ve bazen bu beni rahatsız ediyor.

"

Starboy 666 kitapları, Rebel Dead ve D-Ceset serileri.. Bunlar senin etkilendiğin şeyler olarak görünüyor, sadece bunlar diyebilir miyiz? Peki ya müzikal etkileşimlerin?

Orada bir yanlış anlama var. MySpace’deki ‘influences’ kısmını tanıtım için kullanınca böyle bir durum oluştu. Starboy 666, Rebel Dead ve D-ceset.. Bunlar Art Diktatör imzalı çizgi serilerdir. Kimlerden etkilendiğimi anlatmaya kalksam, başka iş yapacak vaktim kalmaz. Ben kulağıma girerek beynime ulaşan her sesi analiz ederim. Hiçbir grup ya da kişiye özel bir ilgim yok. Zaten bu yüzden yaptığım iş de tek bir gruba asla benzemiyor. Ama şu kadarını söyleyebilirim; cesaretle ortaya atılmış ve bunu sürdürebilmiş avangard grupları takdir ediyorum. Film olarak en çok etkilendiklerim ise; Mad Max 1-2, Crash (D. Cronenberg), 2001 Space Odyssem, A Clockwork Orange, Der Untergang, Big Blue şu an aklıma gelenler. Bir de Sodom’un 120 Günü (Salo) var, hem filmi hem kitabı.. Koyu bir Marquis De Sade araştırmacısıyım. ‘Kavgam’ çok önemli bir kitap. Zombi filmlerinin hastasıyım. Tecavüzcü Coşkun çok cool. Nuri Alço kült. Daha ne diyeyim?

Tecrübene bağlı kalarak bana şu ana dek Türkiye'de yer altı müziği adına yapılmış en iyi şeyin ne olduğunu söyleyebilir misin?

Kesinlikle yeni albümüm “Ölünün El Kitabı 2”. Bundan daha freak bir şey görürsem ya müziği bırakırım, ya da sürgüne gider ölümüne fazla mesai yaparım!

Belli dönemlerde "asiyim, farklıyım, biliyorum" modunda gezinip seneler sonra dinlediklerine dönmemek üzere bırakan modeller için bir yorumun var mı? Bunlar sana ne ifade ediyor?

Hayatımız, birbirini takip eden dönemlerden oluşur. Gençlik kimlik arayışıyla geçer. İyi-kötü bir karakter oturuncaya kadar hep özenme devri yaşanır. Genelde asi idollere özenilir. örneğin; Che, Jim Morrison vb.. Benimki James Dean’di. Bir insanın gençliğinde ortaya koyduğu muhalif tavrı ömrüne yayarak sürdürmesi seyrek görülen bir olgudur, inceleme konusudur. Ama şunu rahatlıkla söyleyebilirim; genç bir erkek hayatına ciddi anlamda bir kadın soktuğundan itibaren asla geri dönüş yoktur. Zorunlu bir sosyalleşme ve kendine ihanet süreci başlar. Senin sorunun cevabı direkt olarak budur, her ne kadar dolaylı görünse de… Ama benim adım Art Diktatör ve uzun yıllardır idolüm aynada bana gülümsüyor..

Yanıtların için çok teşekkür ediyoruz. Takipçilerin dikkate alması adına ilave etmek istediğin bir şeyler varsa ekleyebilirsin. Sana mutlu günler diliyorum!

Art Diktatör şu an dünya üzerinde otokrasi için savaşan en haysiyetli isimler arasındadır. Bireysel kurtuluş örgütüdür. Tam bağımsızlık için öleceğim. Asla hayallerimden vazgeçmedim. Tekrar söylüyorum: Art Diktatör’ün kitabında imkansız yazmaz. İmkansız olan kendimim zaten, gerisi hesap ve uygulama işleri.. Teşekkürler!

Özgür Özçınar